Yahya Kemal’in sihirli kelimeleriyle...

Toplumsal hayatın dayattığı karmaşa ve hele de siyasetin zihninizi kirleten kaosu karşısında çaresiz kaldığınız ve bir sığınak aradığınız anlarda ya şiire, ya da müziğe sığınırsınız. Çünkü şairlerin ve müzisyenlerin eserleri sizi kifayetsiz muhterislerin kirlettiği sığ dünyadan kalbin ilhamıyla yaratılan namütenahi bir dünyanın iklimine götürür.

Türkiye müzik anlamında dünya çapında ün yapmış büyük müzisyenlere sahip değil belki ama, şiirde engin derinliği olan ve kelimelere adeta dans ettiren büyük şairlere sahip bir ülke. Divan şiirinden başlayarak modern Türk şiirinin bütün evrelerine baktığımızda, Türkçenin gerçek anlamda büyük şairlerinin ve şiirinin olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Fuzuli’den Baki’ye, Nabi’ye, Nedim’den Şeyh Galip’e kadar pek çok Divan şairimiz şiirimizin zirve isimleridir. Maalesef kültürel anlamda geçmişimizle yaşadığımız kırılmalar yüzünden genç nesiller, Türkçenin bu büyük şiir ırmağından habersiz durumdalar.

Ancak her şeye rağmen, geçmişten gelen güçlü şiir geleneği Cumhuriyet döneminde de büyük şairler yetiştirmiş ve Türkçenin zarafetini yükseklere taşımıştır.

Zaman zaman bu köşede Türk şiirinin güçlü şairlerini biraz olsun anlamaya ve yeni kuşaklara anlatmaya çalışıyorum. Elbette çok değerli şairlerimiz var, ama ben bugün Türkçeye dans ettiren büyük şairimiz Yahya Kemal’in şiirinin kıyılarında dolaşmak istiyorum. Kelimeleri biraz özenle seçerek ‘kıyılarında dolaşmak’ ifadesini bilerek kullandım, zira Yahya Kemal bir deniz, onun şiirini bir köşe yazısının hacmi içinde anlatabilmek mümkün değil.

Açıkça itiraf etmeliyim ki, en umutsuzluğa düştüğüm anlarda Yahya Kemal’in şiirleriyle huzur buluyorum ve geniş bir coğrafyada uzun seferlere çıkıyorum.

Kelimelere adeta hayat veren, kültürümüzün renklerini gönüllere nakşeden Yahya Kemal’in sadece “Aziz İstanbul”, “Endülüs’te Raks”, “Aheste Çek Kürekleri” ve “Rindlerin Ölümü” şiirlerini okumak bile kalbinize muhteşem bir dünyadan esintiler taşıyacaktır. Zaman zaman kendi kendime mırıldanırken diyorum ki, eğer Yahya Kemal olmasaydı herhalde şiirimiz eksik kalırdı...

Zira o, şiirimize yeni bir bakış açısı ve yeni bir anlayış getirmiştir. Yahya Kemâl’e göre, “şiir kalpten geçen bir hâdisenin lisan hâlinde tecelli edişidir. Düşündüklerimizi vezinle ve lisanla ifade edişimiz şiir değildir. Bir mısranın şiir olup olmadığı gayet aşikardır. Derunî ahenk ile ifade edilmişse şiirdir. Fakat duyulmaksızın yalnız vezin ve lisan mümaresesiyle (dil alışkanlığı ile) söylenen söz şiir olamaz.”

***

Ve en önemlisi de Yahya Kemal için, “Mısranın ayakları yerden kopmazsa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.”

Eminim, bir an için olsun dünyanın bütün kirliliklerine karşı pencerelerinizi kapatıp “Endülüs’te Raks” şiirindeki,

/Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı…

Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı…

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.

İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir./ dizeleri okurken ayaklarınız yerden kesilecek, “Rindler’in Ölümü” şiirindeki şu dizelerle de deruni bir alemde yolculuğa çıkacaksınız.

/Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter./

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum