‘Yalnız hüznü vardır kalbi olanın’
Kışla küçük kırgınlıklar yaşasam da genel olarak mevsimlerle aram iyidir. Ama sonbahara vurgunum... Bitişinde kışın geleceğini bile bile aramızda yürek yangınına varan bir kara sevda var.
Artık veda saatlerini yaşıyoruz sonbaharın, güneşin son kaçamak bakışlarıyla altın rengine boyanan yapraklar hüzünle toprağın kalbine akıyor. Tıpkı Attila İlhan’ın dizelerinde olduğu gibi “benim de yapraklarım dökülüyor usul usul.”
Sonbaharın gidişine dayanabilmek için elimde bir tek teselli var, şiirler ve şarkılar... Sonbaharı uğurladığımız şu günlerde, galiba kışa en çok yakışan İtalyan besteci Antonio Vivaldi’nin en ünlü eseri olan ‘Dört mevsim....’ Özgün içeriğe sahip konçertoların her biri, adını aldığı mevsimin özelliklerini yansıtır. Örneğin "Kış", yüksek perdeden notalarla çalındığı halde, "Yaz" kendisinin "Fırtına" olarak da adlandırılan son bölümünde adeta bir fırtınayı çağırır.
Belki mevsimlerle doğrudan bir ilgisi yok ama, darağacında okunan bir şarkı olması hasebiyle Lemi Atlı’nın Lale Devri'nin ünlü şairi Nedim’in şiirinden bestelediği “Bu rüzgâr-ı bi-mededin inkılâbı var” şarkısı da sonbahara çok yakışıyor. Bilindiği gibi Adnan Menderes’in de akrabası olan Dr. Nazım, İzmir suikastına karıştığı iddiasıyla İstiklâl Mahkemesi tarafından idama mahkûm edildikten sonra mutad olduğu üzere son arzusu sorulur. Ünlü İttihatçı der ki: “Gidin Paşa’ya (Mustafa Kemal’e) söyleyin: ‘Bu rüzgâr-i bi-mededin inkılâbı var.” Şarkı yıllarca yasaklanır, ancak Menderes döneminde üzerindeki yasak kalkar.
Birkaç sene önce bu şarkının hikayesini Alaattin Yavaşça Kanal-24’te anlatırken çok hüzünlenmiştim. Bu yüzden de her sonbaharı uğurlarken Nedim’in bu ünlü şiirinin darağacında okunuşu bir kez daha aklıma bir çivi gibi çakılıyor.
Mevsimlerle birlikte ruhumuzun da mevsimleri değişiyor. İlkbaharla, güneşle ruhumuzda yeni başlangıçlar, kıpırtılar oluşuyor. Sonbaharla ruhumuzda hüzünler birikiyor. Ama hüzünler esas itibarıyla ruhumuzda bir huzur ve itminan hissi yaratıyor. “Yalnız hüznü vardır, kalbi olanın” diyor şair İlhami Çiçek. İlkbaharı, yazı, sonbaharı, kışı yaşamalıyız ki zamanın, hayatın bir kıymeti olsun.
Hüznü hastalık sayan bir kültüre aşina değiliz. Zira sadece haz ve mutluluk eksenli bir hayat tasavvuru olamaz. Doğu ve İslam medeniyetinde hüzün bir bakıma ruhsal tekamül olarak görülür. Oysa hayatı sadece üretim ve tüketim ekseninde düşünen modern Batı hüznü ve kederi patolojik bir vakıa olarak görmektedir.
Kim ne derse desin hüzün bize yakışıyor. Hayatımızda hüzün olmasaydı usta şair Attila İlhan’ın şu güzel dizelerinin tadına nasıl varırdık ki...
/nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar/
Her birimiz modern toplumun yarattığı kalabalık ve karmaşa içinde derin yalnızlıkları yaşıyoruz. Dünyanın gurbetinde her hüzne düştüğümüzde kalbimizdeki inanç ve iman bizi tedavi ediyor, daha halisane bir varoluşa tutunuyoruz.
Edebiyatımızda hüzün bir depresyonun, çöküntünün değil, varlığın künhüne vakıf olmanın bir işareti gibi görülür. Bu manada Balıkesirli Rasih’in şu dizeleri mükemmeldir, adeta ruhumuzda yeni bir iklim başlar... “Dilde gam var lütfeyle gelme ey sürur/olamaz bir hanede mihman mihman üstüne.”