AB Türkiye’yi hatırlamışken...

Avrupa Birliği Konseyi, Komisyonu, Parlamentosu ve kimi üyeleri yıllar sonra ilk kez Türkiye’yi hatırladı. Bazıları insan hakları sorunları nedeniyle üye olmasının mümkün olmadığını söyledi, bazıları İsveç’in NATO üyeliğiyle Türkiye’nin AB üyeliğini iki ayrı süreç olduğunu vurguladı, bazıları da vize serbestisi ve gümrük birliği revizyonu için ortaya Kıbrıs, Ege, Akdeniz şartlarını koydu.

Ama hepsi Türkiye’nin bölgesinde önemli bir aktör olduğunu, dolayısıyla da onlara göre 2016’dan bu yana -bence çok daha önce- donmuş olan ilişkilerin buzdolabından çıkarılmasının şart olduğunu kabullendi. Şimdi madem Erdoğan AB dedi, o zaman üstüne düşen sorumlulukları yerine getirsin havasındalar.

İnsan hakları konusunda haklı olmadıklarını söylemek mümkün değil. Türkiye insan hakları sicilini AB kadar kendisi için de düzeltmek zorunda. En başta gelen sorumluluğu da AİHM kararlarına uymak. Bir de hukukun üstünlüğünü gerçek anlamda sağlamak, toplumsal barışma ve uluslararası imajını değiştirme için de kapsamlı bir af ilan etmek.

Ancak bunların AB’ye yeteceği şüpheli. Üyelik kapısını çoktan kapatmışlardı, yaptıkları açıklamalardan da açacakları çıkmıyor. Görünen o ki değişse, Kopenhag Siyasi Kriterleri’ne yeniden uyum sağlasa da Türkiye’yi üye olarak görmek istemeyecekler. Ukrayna’nın üyeliği onlar açısından çok daha acil ve önemli.

İstedikleri Türkiye’nin üyelik hevesini canlı tutmak ve bu heves üstünden pazarlık edip süreci manivela olarak kullanmak. Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Borrell’in bir kaç gün önce yaptığı ve çok tutarlı olmayan açıklamalarından önceliklerinin bize komşu iki üyelerinin beklentilerini tatmin etmek, mümkünse de çıkarlarını korumak olduğu anlaşılıyor.

Belli ki Gümrük Birliği revizyonu ve vize muafiyeti için dahi Kıbrıs sorununun çözümü, Akdeniz’de Yunanistan’ın çıkarlarının korunacağı bir uzlaşma ön koşul olarak görülüyor. GKRY ise AB’nin bir Kıbrıs temsilcisi atamasını ve sanırım bu temsilcinin zaman içinde BM Genel Sekreteri’nin özel temsilcisinin oynadığı rolü oynamasını, en azından müzakerelere müdahil olmasını umut ediyor.

Yani kısacası AB yetkilileri ve kimi üye devletler Türkiye ile olan ilişkileri koydukları dondurucudan çıkartmak için imkansızı talep etmeyi sürdürüyor. Oysa bize nasıl ki AB ile NATO iki ayrı süreçtir diyorlarsa Kıbrıs, Ege ve Akdeniz’in ayrı süreçler olduğunu anlamaları gerekiyor. İlişkiler 50 küsur yıldır çözülemeyen Kıbrıs sorununa bağlanırsa ne Kıbrıs sorununa bir faydası olur, ne bize, ne de kendilerine.

Unutmasınlar ki,tarihin en kapsamlı planını 2004’de reddeden, 2017’de uzlaşmaya en yakın anda masayı terk eden Rum tarafıydı. Adada BM parametrelerinde bir çözüm olacaksa, iki halk yeniden bir arada yaşacaksa bu, masada bir yerine iki Rum temsilcinin oturmasıyla ya da AB’nin baskısıyla değil adadaki sosyal ve siyasi gerçekliğin görülmesiyle sağlanır.

Çünkü birleşme için onay verecek olan Kıbrıs Türkleri’dir. Şu an adada var olan siyasi irade de çözümün aynı parametreler içinde bir kez daha müzakere edilmesini, bu müzakerelerin sonsuza kadar sürmesini istememektedir. Masaya oturmadan önce siyasi eşitlik ve zaman çizelgesi talep etmektedir.

Kaldı ki AB olarak Türkiye hakkında verecekleri karar da zaten kayıtsız şartsız üyelik olmayacaktır. Siyasi nedenlerle durdurdukları müzakereleri başlatmak için sadece siyasi irade gösterecekler, vize muafiyetini ve gümrük birliğini konuşmak amacıyla karar alacaklar. Kimseye de taviz falan vermeyecekler. Tam tersine Türkiye’den insan hakları standartlarına uyum talep edecekler.

Anlamaları gereken AB üyeliği için Türkiye’nin durup dururken hevesinin kabarmadığı, elindeki İsveç kozunu diğer konuların yanısıra ilişkilere de tahvil etmek istediği, manivelanın onların değil Türkiye’nin elinde olduğu. Prensipte alınan İsveç’in NATO üyeliğini destek kararının Vilnius’ta konuştukları konuları da içeren dört koşula bağlandığı.

Üstelik artık mutat hale dönüşen Kuran yakma eylemleri yüzünden Türkiye’nin de parçası olduğu İslam coğrafyasında İsveç’in nefret öznesi haline dönüştüğünü, pek çok ülkenin diplomatik ve ticari ilişkilerini gözden geçirdiğini de görmeleri gerekiyor. Böylesi bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan AB dedi diye üyelerinin Türkiye ile olan tüm sorunlarını çözebileceklerini hayal etmeleri anlamsız.

AB eğer gerçekten Kıbrıs’ta bir çözüm istiyorsa, Akdeniz daha istikrarlı olsun diye düşünüyorsa, Türkiye ile Yunanistan konuşsun diyorsa gölge etmesin, Türkiye üstünde olmayan siyasi ağırlığını kullanmaya kalkmasın yeter. İlişkilerin buzdolabından çıkartılması, Türkiye’ye olumlu mesajların iletilmesi, onun kendi sorunlarını çözmeye teşvik edilmesi, sonuçta diğer sorunların çözümünü de kolaylaştıracaktır...

YORUMLAR (23)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
23 Yorum