Armalar çıktı ama…

Suriye’nin kuzeyindeki Amerikan askerleri kollarındaki YPG armalarını Türkiye’nin uyarıları sonrasında çıkarttılar, daha doğrusu takmamaları gerektiği söylendi. Ama armaları çıkartılan ya da çıkartması gereken askerler Suriye’den çıkartılmadı. Onlar hala orada ve YPG ile birlikte IŞİD’e, yani müttefikleri Türkiye’nin terörist saydığı bir örgütle birlikte bir başka terörist örgüte karşı savaşıyorlar. Hem de Türkiye’nin PYD/YPG’ye terörist demesine gerekçe olan PKK ilişkisini kabul etmelerine, PKK’yı da terörist örgüt olarak görmelerine rağmen.

Amerika’nın tutumu neresinden bakarsanız bakın “etik olarak” tutarsız. Ahlaken savunulabilecek bir tarafı yok. Müttefikleri Türkiye’ye karşı savaş ilan etmiş olan bir örgütün yan kolunu destekliyorlar. Evet, verdikleri destek Türkiye’ye karşı savaşmaları için değil. Ancak desteğin dolaylı sonucu PKK’nın güçlenmesi, Rojava projesinin hayat bulması, bölgede bir büyük Kürt devletinin kurulması anlamına gelecek nitelikte. Üstelik oradaki varlıklarıyla PYD’ye dokunulmazlık sağlıyorlar. Aynı şeyi bir başkası yapsa eminim çok kızarlar, hatta savaş bile ilan etmeye kalkarlar.

Fakat etik olarak tutarsız olan bu tavır kendileri açısından bakıldığında siyasi olarak tutarlı ve sürdürülebilir. Her şeyden önce küçük bir güçle ve minimum zayiatla IŞİD’e karşı savaşmaları mümkün oluyor. PYD’nin, dolayısıyla da PKK’nın projesine destek ima eden askeri varlıkları ve siyasi açıklamalarıyla, onları istedikleri gibi yönlendirebiliyorlar. Ayrıca PYD de son derece kullanışlı bir örgüt. Rejimle arası iyi, Rusya’yla ittifak içinde, İran’la ciddiye alınabilecek bir sorunu yok, dini referansıysa neredeyse sıfır. Hepsinin ötesinde de toprak kazanmak, bağımsızlık elde etmek için zaten savaşmaya hazır.

***

Tek sorun Türkiye. Onu da sembolik jestlerle, kollardaki armaların çıkartılması, SDG’nin oluşturulması, YPG’ye verilen silahların -en azından şimdilik- PKK’nın eline geçmesinin engellenmesiyle yatıştırmaya çalışıyorlar. Generalleri Ankara’ya gelip yapacakları konusunda bilgi veriyor. Sözcüleri Türkiye’nin ahlaken tutarlı eleştirilerini yan hipotezlerle savuşturmaya gayret ediyor. Mesela Mark Toner, PYD PKK ile ilişkilidir ama bizatihi kendisi değildir gibi ipe sapa gelmez şeyler söylüyor.

Çünkü biliyorlar ki Türkiye’nin elindeki kozlar sınırlı, verebileceğimiz hemen her tepki bizim de zarar görmemize yol açacak mahiyette. İncirlik deseniz Kilis’i de koruyor, Gaziantep’i de. Kapatmaya kalksanız, koalisyon güçlerinin oradan IŞİD’e karşı yaptıkları harekatları sınırlandırsanız, en başta kendi güvenlik çıkarlarınıza zarar vereceksiniz. Zor ama diyelim ki güvenliğinizi bir şekilde sağladınız, IŞİD’e karşı kurulan koalisyondan çıkmanızı, onlara karşı verilen mücadeleyi sekteye uğratmayı dünyaya nasıl açıklayacaksınız?

Amerika’ya kızıp NATO’dan ayrılmamız, dolayısıyla da stratejik intihara kalkışmamız da mümkün değil. Ve kabul edelim ki ikna kabiliyetimiz yani yumuşak gücümüz de son yıllarda iyice erozyona uğradı. Bu erozyon Zarrab davasıyla birlikte artma eğiliminde. AB’den uzaklaşmamız, 18 Mart mutabakatına yeni koşullar eklememizse, ABD ile olan ilişkilerimizde yeni komplikasyonlara yol açma potansiyeli taşıyor. Seçmene mesaj niteliğindeki sert eleştiriler de Amerika’nın anlam dünyasına hitap etmekten uzak.

***

Türkiye’yi yönetenlerin ülkenin çıkarlarını korumak için yeni ve yaratıcı yöntemler bulması, hatalarından -kimseye söylemese de- dersler çıkartması gerekiyor. Ahlaken doğru olan bir duruşun siyaseten doğru olmayabileceğini, başka devletlerin de tıpkı bizim gibi çıkarlarını korumak için ahlak, etik dışı yöntemlere başvurabileceğini anlamalıyız. Dünya siyaseti ne yazık ki evliyalar tarafından şekillendirilmiyor. Şekillenmesinde güç hesapları etik ilkelerden çok daha fazla rol oynuyor.

Bu yüzden akılcı davranmalıyız, muhataplarımızın çıkar ve beklentilerini de dikkate alan politikalar benimsemeliyiz. Sorunlarımızın çözümlerini müttefiklerimizin stratejileri içinde aramalıyız. Bir şey söylerken, bir açıklama yaparken doğuracağı sonuçları baştan düşünmeliyiz. Dünya siyasetinin satranç tahtasına benzediğini, bugün yaptığınız bir hamlenin iyi hesaplanmadığı takdirde yarın hiç de hoşumuza gitmeyecek sonuçlar doğurabileceğini bilmeliyiz.

Ayrıca, Türkiye’nin çıkarlarını kabul ettirebilmek için güçlü olması, gücünü de prestiji ile pekiştirmesi şart. Herkesle kavgalı olursak kimseye dayanamayacağımızı, kimseye dayanamazsak siyaset yapamayacağımızı, siyaset yapamazsak çıkarlarımızı koruyamayacağımızı görmek zorundayız. Etkimizin artmasını istiyorsak, sadece kollardaki armaların çıkartılmasını yeterli bulmuyorsak, kendimize çeki düzen vermeli, demokrasimizi güçlendirmeli, ifade özgürlüğü başta olmak üzere belli başlı sorunlarımızı çözmeliyiz…

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum