Daha çok orman yangınına hazırlıklı olmak…

Çoğumuz durumun vahametinin farkında olmasa da Kanada’dan Hawaii’ye, Fransa’dan Yunanistan’a dünya yanıyor. Türkiye’de de yaz boyunca pek çok yerde orman yangını çıktı, çıkmaya da devam ediyor. Bazıları alınan tedbirler ve bazen de rüzgarın yardımıyla çabuk söndürülürken, bazıları da Çanakkale’de olduğu gibi yerleşim birimlerine kadar ulaşıyor. İnsanlar ve hayvanlar ölüyor, ekosistem telafisi imkansız zararlar görüyor.

Sebep, son iki yüzyılda atmosfere saldığımız karbon ve metan gazları. Devletler bir süredir toplanıp nasıl kısıtlarız diye konuşuyor. Kasım ayında bir kez daha toplanacaklar, BAE’de diğer konuların yanında ne tür bir iş bölümüne gideceklerini, enerji güvenliği adına özellikle son bir yılda arttırdıkları karbon emisyon oranlarını nasıl azaltacaklarını tartışacaklar. Büyük olasılıkla yeni formüller bulunacak, kimisi 2030, kimisi 2050 hedeflerini açıklayacak.

Amaç yine ortalama sıcaklık artışını 1.5 derecenin altında tutmak olacak. Ama ne yazık ki 120 bin yıldır yaşanmadığı söylenen bu olağan dışı sıcaklık bu yaza mahsus kalmayacak, uzmanların tahminine göre gelecek yazlar bundan daha da sıcak olacak. İklim değişikliği yangınları ve diğer afetleriyle hayatımızı zorlaştırmayı, imkansız hale getirmeyi sürdürecek. Bu yüzden bizim artık değişimi yavaşlatıcı tedbirler kadar uyumu sağlayıcı önlemleri de konuşmamız şart.

Yerel yönetimlere de merkezi idareye de kural belirlemek ve uygulamak konusunda büyük sorumluluk düşüyor. Mesela yerleşim merkezinden turistik tesise orman yanı yerlerin durumu gözden geçirilmeli, çıkabilecek yangınlardan nasıl korunacağı düşünülmeli. Bireyler olarak bizler de dikkatli olmalı, sigaralarımızı araba yerine doğada söndürme, ateş yakarak piknik yapma huyumuzdan vazgeçmeliyiz.
Belli ki Türkiye’nin daha çok yangın söndürme uçak ve helikopterine ihtiyacı olacak. Foreign Policy’e katkıda bulunan Alice Hill’in önerdiğine benzer bölgesel ve küresel işbirliği mekanizmalarının, uluslararası yardımlaşma rejimlerinin kurulmasında, yönetilmesinde rol oyanaması, NATO’nun doğal afetlere ilişkin imkanlarının arttırılması için çaba harcaması gerekecek.

Ayrıca sıcaklık artışları sadece orman yangınlarının daha sık ve daha çok çıkmasına yol açmayacak, ziraat de etkilenecek. Her yıl daha az ürün alınacak, verimlilik düşecek. Dışa bağımlılık artacak. Sıcaklık turizmi de belirleyecek. İnsanlar yazları daha sıcak yerler yerine daha serin yerleri tercih edecek. Kum, güneş ve deniz eşittir tatil denklemi bozulacak. İnşaattan madenciliğe çoğu iş kolu iklim değişikliğinden zarar görecek.

Buzulların erimesiyle deniz kıyısı şehir ve hatta ülkeler sular altında kalacak. Bu konuda en çok tedbir alan Hollanda bile sorunlarını çözmekte başarılı olmakta zorlanacak. Bengladeş’in büyük bir kısmı sular altında kalacak, pek çok ada devleti haritadan silinecek. Olasıdır ki bizden sonraki kuşaklar İstanbul Boğazı’ındaki tarihi yalıları, sarayları sadece geriye kalan fotograflarıyla bilecek.

Bir yandan sıcaklık ve kuraklık, öte yandan yükselen sular göç/iltica sorununu çok daha farklı boyutlara taşıyacak, aç ve susuz, yersiz ve yurtsuz kalan insanlar yaşanabilir bölgelere doğru harekete geçecek. Kaynaklarını, imkanlarını korumak isteyen ülkeler bugünkünden çok daha sert tedbirler alacak. İngilizlerin Uganda’daki kampları, yüzer hapishaneleri, Amerikalıların nehirlere koyduğu testereli dubalar geçmişin insani yöntemleri olarak anılacak.

Küresel ve yerel çapta tedbir alınmazsa gelecek burada anlatılandan çok daha distopik olacak. Çünkü sadece bitmek bilmeyen orman yangınlarından ve erimeye şimdiden başlamış buzullardan değil elma büyüklüğünden yağan dolulardan, bir gün içinde aylık ortalamanın dört katı yağmuru bir anda bir yerleşim biriminin üstüne boşaltan bulutlardan, kayan topraklardan, taşan nehirlerden, türlü isimlerle anılan kasırgalardan bahsediyoruz.

Ne Kanada, ne Amerika, ne de Çin bu felaketler zincirinden kendini kurtarabilmiş değil. Norveç’te barajların patladığı, Almanya’da şehirlerin sular altında kaldığı, yıllardır ticaret ve ulaşım için kullanılan nehirlerin yaz aylarında kuruyup kış aylarında çoştuğu bir dünyada yaşamaya başladık. İklim değişikliği eşit olmasa da dünyanın hemen her yerini etkiliyor. Yavaşlatılması için çaba harcanırken uyumu için de kaynak ayrılmasını, ona göre planlama yapılmasını şart koşuyor.

Şüphesiz küresel ve bölgesel ölçekte yapılması gereken hala çok şey var. Ama asıl Türkiye’nin bir iklim değişikliği master planı hazırlaması, belki hepsinden önce üniversitelerin, düşünce kuruluşlarının bu konularda çalışması, fikirler üretmesi, YÖK’ün ve TÜBİTAK’ın antropolojiden ziraat mühendisliğine disiplinler arası işbirliğini özendirmesi gerekiyor. Umarım deprem konusundaki duyarsızlığımızı iklim değişikliğinde göstermeyiz…

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum