İlke olarak serbest, kural olarak yasak ticaret…

İngiliz iktisatçı David Ricardo’dan (1772-1823) bu yana önce öğretide, sonra pratikte temel kabul gören anlayış uluslararası ticaretin serbest olması gereğidir. Ticaretin amacı zenginlik yaratmaktır, bu da içine kapanmakla, kotalar ve vergiler koymakla gerçekleşmez. Zenginlik ancak görece üstünlüklerden yararlanılmasıyla oluşur. Ülkeler ve/veya bölgeler farklı alanlarda sahip oldukları kaynaklarını ticaret vasıtasıyla değiş tokuş ederler ve dolayısıyla da gelişirler.

***

Bu anlayışa başta Marksistler olmak üzere pek çokları karşı çıkmış, Ricardo ve takipçilerinin anlatısının emperyalist ülkelerin işine yaradığını, çevreden merkeze kaynak aktarımından, tek tarafı zenginleştirmekten başka işlevi olmadığını söylemiştir. Yine de ticaretin bazı istisnalar dışında serbest olması gereği günümüz itibarıyla evrensel bir prensip haline gelmiştir. Zaten Dünya Ticaret Örgütü de bu amaçla kurulmuş, ticareti her geçen gün daha da serbest hale getirmeyi hedeflemiştir.

Ayrıca yaşanan tecrübeler de dünyanın pek çok ülkesine ticaretin serbest olması gerektiğini göstermektedir. 1929 krizini takiben gerçekleşen içine kapanma çabası krizin daha da derinleşmesine, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına katkıda bulunmuştur. Bu yüzden de ticaret sadece iktisatçılar açısından değil siyaset bilimciler, uluslararası ilişkiler çalışanlara açısından da önemlidir. Çünkü ticaretin doğurduğu karşılıklı bağımlılığın barışı ve istikrarı koruyacağına inanılır. Dünya ticaretindeki daralma, ticareti kısıtlayıcı tedbirler alma hayra yorulmaz.

Özellikle de bu tür tedbirler ticaretten en fazla yarar sağlayan tarafça alınıyorsa, mesela Çin güçlenecek diye ticaret kısıtlanmaya çalışılıyorsa, İran’a 2015’deki mutabakata rağmen ambargolar uygulanıyorsa, Rusya ile yapılan ticaret yüzlerce sayfalık düzenlemelerle engelleniyorsa, üçüncü taraflara yaptırımlarıma aykırı hareket etmeleri haline başlarına gelecekleri anlatmak ve engellemek için çok uluslu hukuk firmaları kuruluyorsa dünya siyasetinde ciddi sıkıntı var demektir.

Doğrudur, yaptırım uygulamak devletlerin egemenlik alanı içindedir. Karşı tarafa verdiği zararın kendisine olacak yansımasını kabullendikten sonra dış politikasının hedeflerini gerçekleştirmek için devletlere, şirketlere, şahıslara yönelik yaptırımlar uygulanır. Bugün Türkiye de dahil dünyada bir ya da birkaç ülkeye ya da şirketlere veya şahıslara yaptırım uygulamayan ülke yok gibidir. Türkiye Ermenistan ve GKRY’ne karşı yaptırımlar uygulamakta, terörün finansmanı gibi konularda yasal düzenlemeleri bulunmaktadır.

Uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için de BM’nin çoğu ekonomik kapsamlı bir yaptırım listesi vardır. Yaptırımlar dünya siyasetinin tıpkı teşvikler, mükafatlar gibi ayrılmaz parçasıdır. Ancak yaptırımların istisna olması, dünya siyasetinin yüzyıllardır, hatta bin yıllardır oluşmuş temel prensiplerine göre gerçekleşmesi gerekir. Yaptırımlar keyfileşirse, aklına gelen aklına getirdiği yaptırımı uygulamaya koyarsa, üçüncü tarafları da uymaya, ticaretini kesmeye zorlarsa dünyada istikrar diye bir şey kalmaz. Tepki oluşur, ittifaklar dağılır, yeni düzen arayışları başlar.

Nitekim başlamıştır da. AB kendini ve şirketlerini İran’a karşı uygulanacak ABD yaptırımlarından korumak için 28 Haziran itibarıyla uluslararası para dolaşımına kolaylık sağlayan ama ABD kontrolüne tabi olan SWIFT sistemin yerine geçecek ve İran’la ticaret yapacak şirketlerini korumak için INSTEX’i hayata geçirmiştir. Bu sisteme yakında diğer ülkelerin de katılması beklenmektedir. AB ayrıca kendi ordusunu kurmaya, ortak dış ve güvenlik politikasını güçlendirmeye çalışmaktadır.

Doğal olarak INSTEX’in etkili olması için ABD’nin başka tedbirler almaması, AB’nin ABD’nin diğer tedbirlerine karşı koyabilme iradesini ortaya koyması şarttır. İran kendi içindeki dalgalanmalar yüzünden sorunun yönetim inisiyatifini başkalarına kaptırırsa, nükleer silahlanma yolunda ilerlemeyi kendisi açısından daha doğru tercih olarak görürse INSTEX de muhtemelen ölü doğmuş bir karşı çıkış olarak kalacaktır. ABD de zaten İran’ı hata yapmaya zorlamakta, Tahran’ın hegemonyasını pekiştirecek bir tehdit unsuru haline dönmesini teşvik etmektedir.

AB’nin kendi içinde de uygulamaya konmuş olan yaptırım rejimlerine karşı tepkiler oluşmaktadır. Bulgaristan, Fransa, İtalya, Kıbrıs, Macaristan, Slovakya ve Yunanistan Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlardan zarar gördüklerini açıklamıştır. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yıllar önce “Rusya’yı bilmem ama Bulgaristan yaptırımlardan zarar gördü” demiştir. Almanya’nın da Rusya’ya uygulanan ABD yaptırımlarına karşı olduğu, Ukrayna sorununun diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini söylediği bilinmektedir. Benzeri tepkiler, Kuzey Akım projesine ilişkin olarak Avusturya’nın da gündemindedir.

***

Türkiye açısından önemli olansa dünya siyasetinin ciddi bir türbülansa girdiğini, devletleri bir arada tutan, barış ve istikrar alanı yaratmalarını teşvik eden ticaretin artık giderek daha az birleştirici, yakınlaştırıcı bir unsur olduğunu görmesidir. ABD kendisini eskisinden daha da fazla hegemonik güç olarak dayatmakta, müttefiklerinden kendi anlık tercihlerine uymalarını, onun belirlediği önceliklere göre hareket etmelerini istemektedir. Yapılması gereken teslim olmak değil, sistemin ve ABD’nin zafiyetlerinden yararlanmak, uluslararası platformları etkin şekilde kullanmak, ikna kabiliyetimizi erozyona uğratan sorunlardan bir an önce kurtulmaktır…

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum