İnsanlığın sonuna mı geliyoruz?

Bu yazıyı geçen pazar yazsaydım insanlığın sonunu üç gelişmenin getirebileceğini söylerdim ve önceliklerine göre nükleer silahlar, iklim değişikliği, yapay zeka olarak sıralardım. Ukrayna savaşından başlayıp COP toplantılarında verilen ama yerine getirilmeyen sözlere, ardından da düşünebilen, hissedebilen robotların yaratabileceği tehlikelere değinirdim.

Ancak bu hafta içinde antroposen çağındaki bilim önemli bir sıçrama daha gerçekleştirdi, nükleer füzyonla ulaştığı aşamaya, çevre kirliliğine bulunduğu katkıya ve ChatGPT ile artık iyice görünür hale gelen yapay zeka formlarına dahiyane bir çalışmayla yapay insanı ekledi. Hukuki altyapı sağlandığı anda laboratuvar ortamında yaratılmış, yumurta ve spermden oluşmamış, anne rahimine ihtiyaç duymayan bebeklerimiz doğacak.

Çok olasıdır ki bu bebekler yakında farklı biçim, ebat ve renklerle yaratılacak. Genleriyle de oynanacak. Büyüdüklerinde kimileri iyi birer hizmetçi, kimileri iyi birer savaşçı, kim bilir belki de bazıları iyi birer satıcı olacak. Aileler, şirketler, sanırım en çok da devletler ihtiyaçlarına göre insan ısmarlayacak. İstihbarat örgütleri kök hücre teknolojisindeki bu gelişmeyi kullanmanın yollarını arayacak.

Böylesi büyük bir teknolojik sıçramanın çocuksuz aileleri mutlu etmemesi, insan ömürünü uzatmaması, yapay uzuv yapımına katkıda bulunmaması, sağlık sektöründe çığır açmaması imkansız. Eminim insanlığın karşı karşıya olduğu başka pek çok sorun daha bu yeni yöntemle aşılacak, diğer yandan tam da öjenikçilerin istediği, ırkçıların arzuladığı “asil ve sağlıklı” nesiller oluşacak.

Teknolojik gelişmeden distopya çıkartmak istemem. Fakat ne yazık ki her büyük bilimsel sıçrama beraberinde sorun da getirdi. Mesela 19’uncu yüzyılda icat edilen plastik 1940’ların sonundan itibaren ticari alanda kullanılmaya başlanıp, son 30 küsur yıldır da dünya çapında yaygınlaşınca hayatımız kolaylaştı, deterjandan suya hemen her türlü ihtiyacımızı onların içinden karşılamamızı sağladı.

Diğer yandan da çevremizi telafi olmaz biçimde kirletmemize, okyanuslarda plastik adaları oluşturmamıza, mikro parçacıklarıyla kanser vakalarımızı bol bol arttırmamıza neden oldu. Suni gübreler, tarım ilaçları, sentetik tohumlar üretimi patlattı ancak yemeklerimizi de zehire dönüştürdü. Sebzelerin, meyvelerin ve tabii ki tavukların tadı kaçtı. Endüstriyel sığır çiftlikleri atmosferimizi kirleten, ilkim krizini derinleştiren unsurlar halini aldı.

Benzeri teknolojideki hemen her sıçrama için geçerli. Artısı da var eskisi de. Benzini bulmasaydık arabalarımız, uçaklarımız olmazdı. Bir yerden bir yere böylesine kolayca gidemezdik. Ama böylesine karbon da salamazdık, dünyayı şimdiki gibi ısıtamazdık. Uranyumu işlemesini öğrenmeseydik görüntüleme teolojimiz gelişmez, sağlıkta geride kalırdık. Ama dünyayı pek çok kez yok etmeye muktedir nükleer silahlarımız da olmazdı.

Şimdi yeni büyük ve dramatik bir değişimin eşiğindeyiz. Milyonlarca yıldır denenen ve hemen hepimizin nasıl olduğunu bildiği geleneksel üreme yöntemimizin dışında insan yaratılabilecek bir aşamaya geldik. Ve geldiğimiz bu aşama korkutucu. Çünkü potansiyel tali sorunlarının yanı sıra tıpkı nükleer silahlarda olduğu gibi kontrolü, yayılmasının önlenmesi, insanlık için risk yaratmasının önüne geçilmesi zor.

Birileri mutlaka bu teknolojiyi kullanacak ve bence tam insan olmasa da insana benzer canlılar yaratacak. Korkarım bu canlılar insanlardan daha iyi, daha etik, daha empatik, daha cana yakın olmayacak. Kendileri için öngörülen bir görevi yerine getirmek amacıyla imal edilecekler, muhtemelen biraz da yapay zeka ve makinayla birleştirileştirecekler. Dünyayı daha iyi kontrol etmenin aracı haline dönüşecekler.

Yeni canlılar bana kalırsa Mary Shelley’in bundan 225 yıl önce Frankenstein romanında tahayyül ettiği kadar duyarlı da olmayacaklar. Yalnızlıktan yakınıp yaratıcısı Victor’dan kendisine eş imal etmesini istemeyecekler, yaratıcısı öldüğünde intihar etmeye kalkmayacaklar. Zaten öyle çirkin ve estetik açıdan itici de olmayacaklar. Ancak kitap sayfaları aralarında değil gerçek hayatta yaşayacaklar.

Henüz tüm detayları ortaya çıkmamış olsa da BBC’nin haberine göre Cambridge Üniversitesi’nden Magdalena Zernicka-Goetz insan kök hücrelerinden, yani sperm ve yumurta kullanmadan laboratuvar ortamında sentetik embriyo yaratmış. Yasal nedenlerle ve etik gerekçelerle henüz embriyo insan haline dönüştürülmemiş, yani kalbi atmamış. Fakat fareler üstünde yapılan denemeler başarılı olmuş.

Bir bilimsel etkinliğe tebliğ olarak giren bu deney yakında makale şeklinde ilgili bilim insanlarının tartışmasına da sunulacakmış. BBC’ye konuşan başka bir bilim insanı da tartışmanının aceleye getirilmemesini istemiş, aksi takdirde insanların gelişmeden korkup tepki gösterebileceğini söylemiş, belli ki bunun da kendilerince istenmeyen hukuki/siyasi sonuçlara yol açabileceğini düşünmüş.

BBC de haberini yapay insanın etik sorunlara neden olabileceği manşetiyle aktarmakla yetinmiş. Oysa yapay insanın da, yapay zekanın da etiğin ötesinde sorunlara yol açması kaçınılmaz. Kimyadan, biyolojiden, fizikten kitle imha silahı üreten yapay insandan, yapay zekadan kim bilir neler üretir. Kaldı ki etik tartışmaları, insanın ya da zekanın laboratuvar ortamında yaratılıp yaratılamayacağı argümanı yaydan çıkan oku, teknolojik sıçramayı durdurmaz.

Evet, etik durmak, bildiğimiz biçimiyle insanlığın sonunu getirebilecek bu gelişmeye ahlaken karşı çıkmak önemli. Yeter ki hayale kapılmayalım, yapay insanın da yapay zeka gibi insanlık kadar belli grup insanlara ve ülkelere karşı da kullanılabileceğini unutmayalım. Teknolojideki sıçramaları dikkatimizden kaçırmayalım, etkilerinin uzun dönemli olacağını, bunca sorunumuz arasında böyle şeyleri şimdiden düşünmenin gereksiz olduğunu varsaymayalım...

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum