İsrail’in çok boyutlu krizi

İsrail her ne kadar komşuları ve Filistinliler başta olmak üzere bölgesinin Arap halkları için sorun yaratan bir ülke olsa da, kendi içinde istikrarlı ve görece demokratikti. Anayasası bile olmayan ülke temel yasalarla ve Yüksek Mahkeme’nin hukuki niteliği pek çok yere kıyasla daha az tartışmalı kararlarıyla yönetiliyor, siyasi iktidarların keyfi uygulamalarına karşı denge korunabiliyordu.

Ancak kısa bir aradan sonra yeniden iktidara gelen Netanyahu’nun hakkındaki yolsuzluk davası yüzünden kendini yargının etkisinden biraz olsun korumak, biraz da koalisyon kurduğu genelde aşırı kavramıyla sıfatlanan dinci ve milliyetçi partilere taviz vermek amacıyla yargıç seçimini siyasi iktidarın kontrolüne geçirmek için başlattığı teşebbüs nedeniyle ülke istikrarsızlığa sürüklendi.

Önce gösteriler, sonra grevler başladı. Geçtiğimiz hafta ülkenin ana havaalanı kapanmak zorunda kaldı. İsrail silahlı kuvvetlerinin bel kemiğini oluşturan ihtiyat güçleri tepki gösterdi. Üniversite rektörleri yapılmak istenen düzenlemeye karşı çıktı. Televizyonlarda post-modern askeri darbe senaryoları konuşulmaya başlandı. Mossad ve iç istihbarat örgütü Shin-Bet’in kime sadakat gösterebileceği tartışıldı.

Cumhurbaşkanı da söz konusu değişikliğe karşı olduğunu her fırsatta vurguladı, hatta alternatif bir öneri bile sundu. Ordudaki huzursuzluğu Başbakan’a aktaran Savunma Bakanı ise görevinden alındı. Neyse ki Pazartesi günü Netanyahu koalisyon ortaklarıyla da konuşarak Yüksek Mahkeme’nin yapısını ve niteliğini değiştirecek, yargıyı siyasallaştıracak teklifini bir süre askıya almaya karar verdiğini açıkladı.

Fakat kriz henüz aşılamadı. Her şeyden önce muhalefet Netanyahu’nun samimi olduğuna inanmadı. Daha da önemlisi erteleme karşılığında koalisyon ortağı aşırı sağcı Otzma Yehudit partisi lideri İtamar Ben-Griv’e ülkenin geleceğini etkileyebilecek büyük bir taviz verildi. Sayıları 900’ü bulan bir özel güvenlik biriminin doğrudan Ben-Griv’in başında olduğu Ulusal Güvenlik Bakanlığı’na bağlanmasına yeşil ışık yakıldı.

Bu da sokaktaki kadar Meclis’teki muhalefeti de rahatsız etti. İyimserler ertelemeyle krizin aşılabileceğine, ülkede statükoyu korumaya yönelik yeni hükümetin kurulabileceğine işaret ediyor. Knesset’teki dengelerin yeni bir seçimle değişebileceğini iddia edenler de var. Sokağın zaferinden, İsrail Bahar’ından bahsedenleri de unutmamak gerek.

Diğer yandan karamsarlar bu sürecin devam edeceğinden, Haradi azınlığın imtiyazlarının çoğalacağından, aşırı sağın gücünün orantısız artacağından endişe ediyor. Daha karamsarlar ise sorunun demokratik olmaktan çok demografik, dolayısıyla yapısal olduğunu, Avrupa’dan İsrail’e gelip yerleşen kurucu ve laik insanların sayısının azaldığını söylüyor.

Geçtiğimiz günlerde Foreign Policy için bir makale kaleme alan Pennsylvania Üniversitesi’nden Ian Lustick de bunlardan, yani sorunun yapısal olduğunu düşünenlerden biri. Ona göre hayata bakışını ve dini kavrayışı yüzyıllar öncesinin geleneklerine göre sabitleyen İsraillilerin oranı toplam nüfusun yüzde 13’ünü oluştursa da doğum oranlarının yüksekliği ortaya çıkabilecek gerçek krizin habercisi.

Ayrıca, yapılan kamuoyu yoklamaları da siyaseti algılayış biçiminin değiştiğini gösteriyor. 1992’de İsraillilerin kendileri sağda ve solda tanımlaması yüzde 50/50’yken, 2022’de bu oran sağ için yüzde 62’ye yükselmiş, sol için 11’e düşmüş. İsrail kurulduktan sonraki ilk 30 yıla damgasını vuran İşçi Partisi’nin 120 sandalyelik Knesset’teki temsili son seçimde 4’e gerilemiş. Barış yanlısı ve liberal Meretz derseniz yüzde 3.25’lik barajı dahi geçememiş.

Lustick İsrail’in yaşadığı ve detaylarıyla anlattığı bu derin krizin ancak İsrail’in doğrudan ya da dolaylı kontrolü altında yaşayan 6 milyon 800 bin Filistinlinin sisteme entegrasyonuyla aşılabileceğine inanıyor. Gösterilere katılanlar, Yüksek Mahkeme ile oynanmasın isteyenler her ne kadar Filistinlilerin haklarından şu ana kadar söz etmese de, bundan sonra söz etmeleri, en azından İsrail’in Arap vatandaşlarıyla ittifak kurmalı diyor.

İsrail’in yaşadığı krize Amerika İç Savaşı penceresinden bakan, Filistinlilerle güney eyaletlerinin kölelerini ima yoluyla karşılaştıran Lustick’in beklentisi bu büyük krizden tıpkı 19’uncu yüzyılın ikinci yarısındaki Amerika’da olduğu gibi yeni bir anlayışın doğması, insanların sonuçta özgürleşmesi, tıpkı Amerika’da olduğu gibi tek bir çatı altında ve belli ki demokratik bir biçimde yaşaması.

Önüne Jim Crow yasaları benzeri engeller çıkabilecek olsa da önerisinin makul olmadığını söylemek -özellikle de Birleşik Krallık’ta Hint kökenli, otonom İskoçya’da Pakistan kökenli başbakanlar olabildiği dikkate alındığında- zor. Ama gerçekçi mi o tartışılır. Bırakın İsraillilerin Yahudi devleti fikrinden vazgeçmesinin imkansızlığını bir kenara, Filistinlilerin önerisinin özünü oluşturan tek devletli çözümü kabul eder mi o da tartışmalı.

Üstelik önerdiği çözüm için gösterdiği emsalin durumu da hiç iç açıcı değilken. Eskinin köleleri, yeninin özgür insanları Amerika’da derilerinin rengi nedeniyle hala ayrımcılığa uğruyor, orantısız polis şiddetine maruz kalıyorken. İsrail’in demokrasisini kurtarma sorumluluğu yüklenen Filistinlilere de Amerika örneğinden hareketle 150 yıllık bir özgürleşme perspektifi tanınıyorken...

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum