Küresel Barış Endeksi’ne göre dünya ve biz

Avusturalya merkezli düşünce kuruluşu IEP (The Institute for Economics & Peace / Ekonomi ve Barış Enstitüsü) tarafından 17 yıldır çıkartılan Küresel Barış Endeksi raporunun 2022 bulgularını içeren 2023 baskısı geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Dünya nüfusunun yüzde 99.7’sini kapsayan 163 ülkedeki barışa yatkınlık durumunu üç ana başlık altında toplayarak 23 gösterge üstünden inceleyen rapora göre dünya geçen yıl barışçıllık anlamında binde 42 oranında değer kaybetmiş.

Son 15 yıl içinde bu 13’üncü kez oluyormuş. Ancak daha barışçıl olan ülkeler de olmuş. 84 ülke geçtiğimiz yıla göre daha barışçıllaşırken, 79 ülke de de daha az barışçıl hale gelmiş. İzlanda dünyanın hemen her anlamda en barışçıl, özellikle de kendisiyle barışık ülkesi olma sıfatını korurken, onu Danimarka, İrlanda, Yeni Zelanda ve Avusturya takip etmiş. Afganistan sekiz yıldır sıralamanın en dibindeki yerini korurken Yemen, Suriye ve Sudan da Afganistan’a yakınmış.

Ukrayna bir yıl içinde kaydettiği yüzde 14’lük düşüşle 163 ülkelik sıralamanın en alttan yedinci sırasında yanında bir kırmızı noktayla duruyor. Üstünde de sırasıyla Somali, Sudan, Irak, Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti bulunuyor. Hemen altında da Rusya yer alıyor. Kırmızı noktalı tehlikeli bölgelerin beş sıra üstünde, belli ki dünya barışı için tehlike ve risk arz ettiği varsayılan turuncu sıralamanın altlarında bir yerde de Türkiye var.

Doğrusunu isterseniz bana barışçıllık sıralamasında Türkiye’nin bu kadar altlarda yer alması çok anlamlı gelmedi. Ukrayna savaşının neredeyse tarafı olan Polonya’nın, Slovakya’nın barışı içselleştirmiş, savaş ve çatışma riskleri az olan ülkeler diye gösterilmesini yadırgadım. Bölgesel eğilimlerin tartışıldığı 16’ıncı sayfada Türkiye’yi düşüşün 2022 yılında dış çatışmalarda ölen sayısına bağlanması şaşkınlığımı daha da arttırdı.

Çünkü bildiğim kadarıyla Türkiye geçtiğimiz yıl, aslına bakarsanız uzunca bir süredir kapsamlı bir silahlı çatışmanın tarafı olmamıştı. IŞİD, PKK gibi terör örgütlerine karşı verdiği mücadelede de ciddi bir kayıp takip edebildiğim kadarıyla vermemişti. Rapor metodunu anlatıp ülke bazlı değerlendirme verilerini paylaşmadığı için hata olup olmadığını söylemem zor. Diğer yandan bu tür endekslerde yukarılarda yer almak da zor.

Hazırlayanların da belirttiği gibi çevrenizdeki sorunlar sizin nerede yer aldığınızı da büyük ölçüde belirliyor. Çatışma, savaş, kriz varsa siz de hazırlıklı olmak zorunda hissediyorsunuz. Göstergelerden biri olan askeri harcamalarınızın artması kaçınılmaz hale geliyor. Ayrıca dünya siyasetinde bir iddianız varsa, askeri teknolojide de ileriyseniz yine gerilerde kalıyorsunuz, ne de olsa silah ve askeri malzeme ihracatınız artıyor.

Doğrusu ben bu tür endekslerde üst sıralarda yer alıp edilgen olmaktansa, etken olmayı güvenliğimizi daha iyi sağlayacak imkanları yaratmak için çalışmayı tercih ederim. Ayrıca kurumun uzun ve hararetli tartışmalardan sonra seçtiğini söylediği göstergelerin hepsinin de sağlıklı ve doğru olduğunu kabul etmem imkansız. Yine de bazılarında, özellikle de değerlendirmenin ağırlıklı ortalamasını oluşturan iç güvenlik kaleminde daha iyi yerlerde olmamız gerektiğine inanıyorum.

En çok istediğim ise raporun pozitif barış olarak tanımladığı alanda Türkiye’nin ileride olması, yani en azından iyi işleyen bir yönetim yapısının oluşması, haklara saygının tartışmasız hale gelmesi, insan sermayesinin önemsenmesi, yolsuzluğun azaltılması, kaynakların daha adil dağıtılması, raporu kaleme alanlar tam olarak öyle demese de ifade özgürlüğünün korunması olurdu. Komşular da öyle davranırsa onlarla iyi geçinmeyi de tabii ki isterdim.

Pozitif barışa katkıda ülke sıralaması yapılmadığı için Türkiye’nin nerede konumlandığını bilmiyorum. Rapordan öğrendiğim dünyanın son iki yıl içinde bu alanda da gerilediği, barışa katkıda bulunacağı öngörülen göstergelerde düşüş kaydedildiği. Raporun bir başka önemli çıktısı da dünyanın ve teker teker ülkelerin barıştan uzaklaştıkça ekonomik verimlilikten ve ticaretten uzaklaştıkları.

Bu yılki raporun geleceğe ilişkin yaptığı kestirim ise Tayvan krizinin derinleşmesine ilişkin. Çin’in Tayvan’ı ablukaya alması halinde olabilecekler, bunun dünya ticaret ve ekonomisine bulunabileceği etki, daha doğrusu verebileceği zarar bir senaryo çalışmasıyla ortaya konmuş. Böylesi bir ablukanın ilk yıl içinde dünya ekonomik faaliyetlerinde 2.7 trilyon dolarlık bir daralmaya yol açacağı, etkisinin 2008 krizinden çok daha derin olacağı vurgulanmış.

Konacak yaptırımlar ve karşı yaptırımlarla Çin’deki yatırımların akıbeti, dünyada yaşayacak çip krizinin olası sonuçları, Afrika ekonomisinin geleceği ve daha pek çok muhtemel sorun raporun bu bölümünde tartışılmış. Umarım Çinli yetkililer de, Amerikalı yöneticiler de raporun hiç olmazsa bu kısmını okuyup verilerinden dersler çıkartırlar. Biz de belki dünya siyaset sahnesinde daha barışçıl nasıl görülürüz diye düşünür, biraz da böylesi raporların veri belirleme yöntemlerini tartışırız.

Keşke mümkün olsa da benzeri raporları biz yayınlasak, seçtiğimiz verilerin ağırlıklarını, doğrudan ve dolaylı etkilerini kendimiz belirlesek. Caydırıcılık ve savunma ile teröre karşı mücadele gibi konularda daha rafine bir yaklaşımla çalışmalar yapabilsek. Ticaret barıştır mantığının ötesine geçip tüm bunları daha sağlam temeller üstüne inşa edebilsek. Ama aynı zamanda da değişip öncelikle kendi içimizde daha barışçıl, daha az gerilimli bir ülke olsak…

YORUMLAR (21)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
21 Yorum