Tansiyon düşerken

Türkiye zor bir dönemini daha geride bıraktı. Rahip Brunson sorunuyla tırmanan, yaptırımlarla tetiklenen, kapitalist dünya ekonomisinin temel özelliği olan kar hırsıyla şiddetlenen siyasi ve ekonomik krizin en tehlikeli anları geride kaldı. Bir yandan diplomasi ve sistemin mantığına uygun açıklamalar, diğer yandan sağduyulu tedbirler ve kaosu önleyecek siyasi çıkışlar, çok kısa bir süre içinde krizin kontrol altına alınmasını sağladı.

Çıkan haber ve yapılan mantıklı yorumlara bakılırsa Rahip Brunson ve Hakan Atilla dosyalarında da yakında ilerleme kaydedilecek. İktisatçı değilim ama Türkiye’nin yaşadığı krizden ders çıkartıp daha makul, kaynak ve imkanlarıyla daha uyumlu bir ekonomik modele geçiş yapacağını, kısa vadede artı değer yaratmayan projelere ağırlık vermeyeceğini söyleyebilirim. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıklamaları umut verici. Dünyanın farklı yerlerinden gelen destek mesajları da öyle.

***

Yeni dönemde Türkiye’nin her alanda rasyonel, zemindeki gerçekliği hesaba katan, gücünü önemseyen ama abartmayan bir anlayışa/anlayışlara ihtiyacı var. Unutmayalım biz siyasette de, ekonomide de küreselleşmiş bir sistemin içinde yaşıyoruz. Seçtiğimiz ve ülkece benimsediğimiz ekonomik modelin genel adı da “kapitalizm”. İşleyebilmesi için belli kurallara uyulması, norm ve ilkelerinin içselleştirilmesi gerekiyor.

Bu ilkeleri beğenmeyebiliriz, eleştirebiliriz, değişmesi için çaba harcayabiliriz ama uymazsak zarar görürüz. Piyasa denen mekanizma bizi bir şekilde cezalandırır. Bu bazen müeyyidelerle tetiklenir, bazen de bambaşka şekillerde. Piyasa mekanizmasının “silah” olarak kullanıldığı da doğrudur. Önemli olan şimdiki gibi, hatta daha da hazırlıklı bir şekilde o silahı kullanacaklara karşı gerekli savunma mekanizmalarını el altında tutmak ve mümkünse caydırıcı olmaktır.

Kulağa klişe gelse de bu da ancak ekonominizin güçlü olması, ihracatınızın artması, turizm potansiyelinizin sonuna kadar gerçekleşmesi, eğitim sisteminizdeki sorunların aşılması, ileri teknolojiye yatırım yapılmasıyla mümkündür. Türkiye dünya ile rekabet edebilmek için dünyayı iyi anlamak, özcü değerlendirmelerden uzak durmak, sadece ekonomik alanda değil siyasi alandaki boşluk ve zafiyetleri kendi çıkarlarına en uygun şekilde kullanmak zorundadır.

Çünkü devletler siyasette de rekabet ederler, kendi çıkar ve beklentilerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu alanda da binlerce yıldır bitmeden tükenmeden süren bir güç mücadelesi vardır. Bazen savaşırlar fakat her zaman savaşa hazırlıklı olurlar. İttifaklar kurarlar ama birbirlerine hemen hiçbir zaman güvenmezler. Güvenliklerini arttırmak, yani güçlü olmak için tedbirler alırlar. Silahlanırlar, ileri teknolojiye, bilgiye, genel anlamıyla istihbarata yatırım yaparlar.

Devletler arası ilişkilerde anahtar kelime etkilemektir. Bir devleti ya da ülkeyi malınızı satmak için de etkilemeye çalışırsınız, müteahhitlerinize veya yatırımcılarınıza iş imkanı yaratmak için de, kaynaklarından makul fiyatla yararlanmak için de, güvenlik çıkar ve beklentilerinizi maksimize etmek için de. Basite indirgeyecek olursak amacınız ne olursa olsun hedefiniz muhatabınızın istediğiniz bir şeyi yapması ya da istemediğiniz bir şeyi yapmamasıdır.

Bu hedeflere ulaşmak için de elinizde pazarlık anında kullanacağınız iki koz vardır. İlki mükafat vadetmek, ikincisiyse müeyyide uygulamak veya uygulama tehdidinde bulunmaktır. Kozlarınızın işe yaraması için muhatabınızın beklentilerini iyi okumanız, hangi aracın onun anlam dünyasında yankı bulabileceğini bilmeniz gerekir. Bu da diplomasinin, akademinin ve özellikle de saha çalışması yapan düşünce kuruluşlarının işidir.

Devletlerin etkilerinin en fazla olduğu, yani dünya siyasetinde en güçlü olduğu zamansa en az konuda pazarlık ettikleri, etmek zorunda kaldıkları anlardır. Bu da yumuşak gücünüzle, imajınızla doğru orantılıdır. Yumuşak gücünüz bazen demokrasinizden, bazen insan haklarına saygınızdan, bazen dünya siyasetinde oynadığınız yapıcı rolden, bazen bulunduğunuz coğrafyadan, bazen de ülkenizdeki petrolden ve doğal gazdan kaynaklanır.

***

Kaynağı ne olursa olsun yumuşak güç, yani muhataplarınızı pazarlıksız etkileyebilme yeteneği (ya da isterseniz marka değeri diyelim) devletler arası ilişkilerde önemlidir. Türkiye’nin de yeni dönemde bu köşede sık sık dillendirdiğim gibi yeniden yumuşak gücüne yatırım yapması gerekmektedir. Petrolümüz olmadığına göre yatırım yapabileceğimiz alanlar bellidir. Ayrıca muhataplarını etkilemenin araçlarını çeşitlendirmesinde de yarar vardır.

Bu yatırım çatışma çözümünde rol oynamakla, Kazakistan ve Finlandiya ile birlikte inisiyatifler geliştirmekle, İspanya ile Medeniyetler İttifakını canlandırmak için çalışmakla, bazen de tek başına kolaylaştırıcı rol oynamakla, daha doğrusu sorunlardan çok çözümlerle anılmakla gerçekleşebilir. Ama en etkilisi demokrasimizi sağlam temeller üstüne oturtmak, hukukun üstünlüğü konusundaki şüpheleri gidermektir…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.