Halep şen değil

Hafta sonu ajanslara düşen bir haber, olup bitenlerin ve olmayıp bitmeyenlerin üzerine tuz serpti: Halep’teki son hastane de bombalanmış.

Hastane ve bomba kelimelerini yanyana görmek zaten insan kaldığımızı düşünmek için yeterli bir mânia oluştururken bunu bir de ‘son hastane’ vurgusuyla görmek epey kahredici.

On yıldan fazla bir zaman önce, Halep’in –görece- ‘şen’ olduğu bir zamanda şehri ziyaret etmiş, sokaklarında Türkçe dolaşmıştım.

Kale girişinin hemen ön tarafında bulunan bir kahvede çay içmiş, sonra da o güzelim kapalıçarşısının sokaklarında çok eski bir ahbabı yıllar sonra görüp uzun uzun sohbet ediyor gibi gezmiştim.

Bir kaç küçük mescidi de ziyaret etmiştim doğal olarak.

Nedendir bilmem, kendimi binbir gece masallarının atmosferi içinde hissettiğim o anlar, içimde bir Halep sayfası olarak hep açık kaldı.

İç savaş başladığında, şehir yavaş yavaş harab olup, Halepliler ölmeye, şehirden göç etmeye başladığında da bir umut ve beklenti durumu olarak o sayfa hep açık kaldı.

Ama işte İstanbul’da gördüğüm yüzlerce Halepli, şu anda neler düşünüyor bilmiyorum ama bu son haber açık sayfayı kapatmak değil, Halep defterini dürmek istiyor gibi bir etki bıraktı bende.

Halep’in, Suriye’nin coğrafyamızın defterini dürmek isteyenlerin varlığı hiç bir zaman sır olmadı ama bu bütün hastaneleri yerle bir edip, sürekli bombalanan bir şehrin insanlarını hastanesiz bırakmak nedir?

Halep’teki son hastane bombalandı.

Orada artık hastane yok. ‘Orada artık orası yok.’

‘Şen olasın Halep şehri’ artık bir türkü değil.

Halep artık şen değil.

Ne olduğunu da söyleyemiyoruz.

16-11/22/dfgh.jpg

Çocuklar ve rakamlar

UNİCEF, Dünya Çocuk Hakları Günü’nün içinden geçerken şöyle bir tahmin açıklaması yayınlamış: “2030 yılına kadar 69 milyon çocuk ölecek.”

Bu nedir?

Bu dünyanın her ânı artık bir “Kırmızı Pazartesi” mi?

Rotasyon yöntemi

(...) Bütün insanlar sıkıcıdır. Sıkmak, kendini ve başkaların sıkmak diye ikiye ayrılabilir. Başkalarını sıkanlar ayaktakımı, yığınlar ve genel olarak bütün insanlık kâfilesidir. Kendilerini sıkanlar ise seçkinler, aristokratlardır; şu garip bir gerçek ki, kendilerini sıkmayanlar genellikle başkalarını sıkarlar, kendilerini sıkanlar da başkalarını eğlendirirler. Kendilerini sıkmayan insanlar genellikle şu ya da bu şekilde kendilerini son derece meşgûl eden insanlardır.; bu insanlar tam da bu sebepten en sıkıcı, en çekilmez olanlardır.

İyi bir parça...fazla da yağlı olmasın

İnsanın, sanki kendi kaderini değiştirecekmiş gibi, dünyada bağırıp çağırarak bir şeyler elde edeceğine inanması için çok saf olması gerekir. Herşeyi olduğu gibi kabul edip yaygara koparmamak daha iyi. Gençliğimde bir lokantaya gittiğim zaman garsona, “iyi bir parça, çok iyi bir parça, filetodan, fazla da yağlı olmasın,” derdim. Garson, isteğime dikkatini vermek şöyle dursun belki de beni duymazdı bile ve sesimin mutfağa ulaşıp aşçıyı etkileme ihtimali daha da zayıftı, tut ki ulaştı, belki rostonun tamamında iyi bir parça yoktu. Artık hiç bağırmıyorum. Sören Kierkegaard- Kahkaha Benden Yana- Çeviren: Nedim Çatlı- Ayrıntı Yayınları

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum