Dijital bunalım
Yoğun gündem ve aşırı yorumlar günün sonunda yorgunluk ve bıkkınlık hissi yaşatıyor. Kaçınılmaz olarak sosyal medyanın ‘’ilgi algoritmalarına’’ göre hizalanmış argümanlar toplumda güveni sarsıyor ve yıpratıcı neticeler doğurabiliyor. Sorunların teorik derinliğini kavramaya vakti ve birikimi olmayan kitlelere yapılan aşırı bilgi yüklemesi, toplumsal hikmet ve kavrayışı arttırmıyor bilakis manipüle edilmeye zemin hazırlıyor.
Her sabah gözümüzü açtığımızda yeni bildirimler, yorumlar, öfkeler, heyecanlar ve alabildiğince komplolarla dolu yeni bir dünyaya uyanıyoruz. Her gün bu yeni içerikleri büyük bir iştahla tüketmeye çalışırken, aslında bu içeriklerin bizi tükettiğini fark edemiyoruz.
Eskiden günün belli saatlerinden televizyonlardan, radyolardan aldığımız haberler artık saniyeler içinde yenilenerek ekranlarımızdan akıyor. Telefon ekranlarını kapatsak bile zihinlerimizde olan ekran hep açık ve birkaç dakika sonra yeniden bakacağımız ekrandan, her seferinde umutla ve heyecanla, bizi ve dünyayı değiştirecek o haberi bekliyoruz. Her seferinde bu kez her şeyi değiştirecek o tıkın bu tık olduğunu düşünüyoruz.
İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar uyarılara maruz kalıyoruz ve bu zihnimizin işlem kapasitesini aşan bir uyarılma hali. Analog zamanlarda edinilmesi günlerce hatta aylarca sürecek bilgileri dijital dünyada dakikalar hatta saniyeler içinde elde ediyoruz. Bir habere sevinmek ya da üzülmek gibi tepki göstermeye vakit olmadan yeni bir haber geliyor. Artık duygularımızın ömrü yeni bildirimlerin gelmesi ile sınırlı hale geldi.
Sosyal medya bize sürekli bize ‘’farkında ol, ıskalama, bil, tepki göster, kendini göster vs…’’ uyarıları yapıyor. Bu dijital farkındalık bizim hiçbir özel gayretimize ihtiyaç duyulmadan, gelişmiş algoritmalar tarafından tesis ediliyor. Fakat kimse bize dur demiyor. Durmadığımız, duramadığımız için de sıradanlaşıyoruz ve kendimize yabancılaşıyoruz.
Tüm bu yoğunluk sinsi bir şekilde bizi dijital bunalıma itiyor. Ne tam mutsuzuz ne tam memnun, ne tamamen kopabiliyoruz ne de gönül rahatlığı ile içinde kalabiliyoruz. Tam bir arafta olma hali. Sükuneti yakalaması mümkün olmayan teyakkuz haleti ruhiyesi.
Gündemin profesyonelleri bu teyakkuzu tetikte tutabilmeyi gayet iyi başarıyor. Konuşulan konu ne olursa olsun asıl olan makul yorum ve çözüm değil teyakkuzu ayakta tutabilmek. Yoksak unutulup, dijital dairenin dışına atılma tehlikesi var. İçinde bulunduğumuz dijital bunalım nedeniyle sağlımızı bu teyakkuzla koruyacağımız yanılgısına zaman içinde ikna olduk.
Bilgi bolluğu diye zannettiğimiz şey aslında bir dijital sis. Her gün binlerce paylaşım, iddia, çatışma, kriz, polemik vs… hepsi aynı ekran üzerinden zihinlerimize boca ediliyor. Kimi zaman gerçek, kimi zaman yarı gerçek, kimi zaman kurmaca. Bu sis içinde sadece bireysel olarak değil toplumsal olarak da yönümüzü kaybediyoruz.
Sürekli alarm haline kalmak kolektif bir yorgunluğa yol açıyor. Yorgun zihinlerin ise sorgulaması mümkün değil. Mesajı bize iletenler işin bu yönünün farkında olmalı. Böyle bir zeminde sağduyu, makul siyasi muhakeme mümkün olamıyor. Çünkü zihinler yorulmuş ve toplumunun sinir sistemi tükenmiş halde oluyor.
Dijital bunalım yalnız bireyi tüketmiyor, kamusal aklı da dumura uğratıyor. Artık herhangi bir konuyu internet üzerinden tartışırken, ne kadarı konunun kendisiyle ne kadarı müellifin yaşadığı dijital bunalımla alakalı olduğunu hesaba katmak gerekiyor.
Çözüm ise kusursuz bir dijital dünya yaratmak değil elbette. Zaten bu mümkün de değil. Çare daha bilinçli bir dijital tüketimden geçiyor. Zihnimizin sağduyu moduna geçmesine katkı sağlayacak, dijital molalar vermek işe yarayabilir. Hiç tepki vermemek etkili bir dijital protesto olabilir. Gaza gelmemek ve gaz vermemek de bir ilk adım olarak düşünülebilir.
