Hangi vesayet daha iyi?
Anayasa temelli toplumsal uzlaşma, ahlaki bir erdem değil yasal ve demokratik bir mecburiyettir. Batı dünyasında demokrasi, bu ilkeyi Trump gibi aşındırmaya çalışan liderler olsa da, öncelikli olarak anayasa ve yasalarla var olabiliyor. Batı dünyasının belki de sağladığı en önemli efor bütün toplumsal kesimlerin herhangi bir tartışmaya izin vermeyecek şekilde anayasal düzeni kabul etmesidir. (Bu asla anayasanın tartışılmaması anlamına gelmiyor). Yaşadığımız siyasi kaosun en temel nedeni muhtemelen anayasal uzlaşma fikrinin henüz ikna edici bir argüman olamaması.
Bu durumdan doğan sorunları anayasal bilinç eksikliği bağlamında değil, bitmez tükenmez siyasi polemikler ve ahlaki ilkeler bağlamında tartışıyoruz ya da tanımlamaya çalışıyoruz. Tartışmada bir uzlaşma gayreti olmayınca da taraflar kendilerini ahlaken doğru tarafta hissediyor ve toplumun her gün daha kötüye giden bir ahlaki çöküş içinde olduğuna kendilerini inandırıyor.
Bu yönüyle bakıldığında sorun ‘’ahlaki çöküş’’ değil, herkes tarafından ortak kabul gören hukuki kuralların olmaması Dünyanın demokratik gelişmiş ülkeleri yüksek ahlaka sahip bireylerin iradesi ile değil, bağlayıcı yasalar (adalet) aracılığıyla varlığını sürdürüyor. Yani en gelişmiş Batı demokrasilerinde yasal yaptırım olmasa vergi verecek, trafik kurallarına uyacak, gayri menkul spekülasyonlarına yeltenmeyecek bir kişiyi bulamazsınız. Oralarda da yasal kısıtlamalar olmadığı müddetçe hiçbir hükümet kendi isteğiyle iktidarı terk etmeyecektir.
***
Yaşadığımız sorun, seçmenlerin çoğunun, kendi görüşü iktidara gelmediği müddetçe, herkes için kapsayıcı yasalara uymaya hazır olmaması, vatandaşlık sorumluluğunu, aidiyetini ancak kendi görüşü iktidara gelince hatırlaması ve kabul etmesinden kaynaklanıyor. (Bunun tarihi ve ideolojik nedenleri başka bir yazının konusu). Cumhuriyetin kurulduğu andan itibaren var olan bu anlayış, Kemalist- askeri vesayet ve kısa süren Gülenist vesayet girişiminden sonra, mevcut iktidar aracılığı ile hala sürüyor. Temel meşruiyeti seçmen iradesine dayanan fiili Ak Parti-MHP koalisyonunu, hiçbir demokratik ve hukuki meşruiyeti olmayan diğer iki vesayet kurumuyla aynı kefeye koymak elbette yanlış olur. Ancak mevcut iktidarın anayasayı bağlayıcı bir metin olarak görmediği, birçok siyasi tasarrufu Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına aldırmadan yaptığı hepimizin malumu.
Tüm bu tarihi tecrübelerin ışığında, artık kalıcı ve güçlü bir hukuk devletinin inşa edilmesi fikrinin yaygınlaşması ve kabul görmesi beklenirken durum hiç de böyle değil. Bu iktidar döneminde yaşanan hiçbir hukuksuzluğu göreceleştirmek niyetinde değilim. Ama muhalefet de herkes tarafından kabul edilebilecek bir anayasal hukuk devleti tesis etmekten çok iktidarı ve vesayet kılıcını ele geçirmenin şehvetine kapılmış bir görüntü sergiliyor. Muhalefet derken sadece muhalefet partilerini değil, iktidar karşıtı yazar çizer, sanatçı, akademisyen, kanaat önderleri vs.yi kastediyorum. Elbette bunun istisnaları da var.
Hal böyle olunca insanlar seçimlerde hangi vesayeti tercih edeceğine karar vermeye zorlanıyor. Yani seçmenin kendisine sorduğu soru aslında hangi partinin Türkiye’yi daha iyi yöneteceği değil, hangi vesayet altında yaşamak istiyorum sorusu. Siyasi vaatlerin merkezinde kapsayıcı hukuk fikri olmayınca da seçmenleri duygusal olarak ikna etmeye çalışmak yegane araç oluyor. Bu da elbette demokrasiyi zehirliyor.
****
Ahlakı, bir argüman olarak hem siyasallaştırıp hem de romantize ederek, demokrasimiz için olmazsa olmaz hukuk (Anayasal uzlaşma) zaruretini ya görmezden geliyoruz ya da göreceli hale getiriyoruz. Bu yönüyle (siyasallaştırılmış) ahlak , hele Türkiye gibi farklı siyasi, dini, etnik öncelikleri olan vatandaşlardan müteşekkil bir ülkede ortak kabul gören bir argüman olamıyor.
Oysa hukuk, sınırları, yaptırımları, kapsama alanı göreceli olmayan kurallar bütünüdür. Siyaseti, ahlakilik ya da dindarlık kriterleri ile anlamlandırmaya, yönlendirmeye çalışırsak günün sonunda herkesin farklı beklenti ve kanaatleri olan bir ayrışma ve kaosla karşı karşıya kalırız. Tıpkı bugün yaşadığımız gibi. Tüm hak ve yükümlülükleri anayasal zeminde belirlemek ve tartışmak toplumun tüm kesimlerin iştirak edebileceği gelecek hedefi olabilir. Elbette hukuku tartışmasını yaparken ahlaki ilkelere uymakla mükellefiz. Ancak herkesin ittifak edeceği bir yasal zemin oluştuğu zaman, ahlaki beklentiler de daha gerçekçi olur.
