Küreselleşmenin ve AB’nin irtifa kaybı
Avrupa’nın global siyasi bir güç olarak sahneye çıkması hayalleri, sahip olduğu düşünülen ekonomik gücün hasar almasıyla yakın olmayan bir geleceğe ertelenmiş gözüküyor. İskoçya’da AB ve ABD arasında 27 Temmuz günü yapılan anlaşma ile AB’den ABD’ye yapılacak ihracatın büyük bölümünün yüzde 15 ile vergilendirmesi sadece ekonomik olarak değil siyasi olarak da yeni bir tarihi dönemin başlangıcı. Daha önceleri ortalama yüzde 4,8 oranında olan gümrük vergisinin yüzde 15’e çıkarılması siyasi gücü zaten tartışmalı olan AB’nin bir ekonomik güç olarak da rencide edilmesi anlamına geliyor.
Yeni gümrük anlaşması aslında yine AB tarafından başlatılan global standartlarda özgür pazarlar düşüncesinin hatta pratiğinin son bulması anlamına da geliyor. Önümüzdeki yıllarda dünya ekonomisinde güçler dengesini yorumlayanlar muhtemelen bu tarihi bir kırılma anı olarak hatırlayacak.
Batılı liderler 1945 yılından beri 1929 ekonomik krizine karşı alınan koruyucu tedbirlerin dünyayı diktatörlere ve yıkıma götürdüğü düşüncesinde hemfikirdi. Geleceğin ancak serbest ticaretle tesis edilebileceği neredeyse tartışma götürmez bir kesinlikle kabul ediliyordu. Globalleşme bu noktada başladı ve beraberinde ciddi sorunlar getirmesine rağmen kendisini ikame etmeyi başardı. 1980’li yıllarda Reagan ve Thatcer ile hızlanan globalleşmenin hakim bir anlayış haline gelmesinde dönemin AB Komisyon Bakanı Jacques Delors ve AB’nin bir iç pazara dönüştürülmesi fikri de önemli bir katkı sağladı.
***
Globalleşmeden en çok istifade eden ülke Çin ancak bu süreçten başta Almanya olmak üzere AB de hiç şüphesiz karlı çıktı. AB yıllar içinde dünyanın en büyük ekonomik güç bölgelerinden biri haline gelmesine rağmen bu gücü siyasi ve askeri olarak tekamüle ulaştıramadı.
Amerika’nın askeri yardımına halen ihtiyaç duyan AB’nin aldığı bu rencide edici ekonomik mağlubiyetin başka bir sonucu ise globalleşme sürecinin de fiilen son bulmuş olması. İşin ilginç tarafı ise daha önce siyasette solun karşı çıktığı globalleşmenin sonunu sağcıların getirmiş olması. Avrupa Konseyi toplantıları 2004 yılından beri sadece Brüksel’de toplanıyor çünkü diğer Avrupa kentlerinde yapılan toplantılar, AB iç pazarını holdinglerin menfaat paylaşım alanı olarak gören aşırı sol grupların protestoları nedeniyle engelleniyor. Yine G8 zirveleri de globalizm karşıtı sol grupların protestoları ile anılır hale geldi.
Solun küreselleşme karşıtlığı gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin sanayileşmiş olan ülkeler tarafından sömürülmesi ön kabulüne dayanıyor. Ancak bu ön kabul istatiksel olarak doğru değil çünkü globalleşme sürecinde Avrupa dışındaki az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin refah düzeyinde gözle görülür bir artış var. Başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinde yaşanan ekonomik gelişmeler bunun en bariz örnekleri.
***
Globalleşme ile artan ticaret hacmi AB ülkelerinin refah düzeyini de arttırdı. AB ülkelerinde artık aşırı sağ partilerin söylemi haline gelen globalizm karşıtlığını en çok destekleyen alt orta sınıf da garip bir şekilde büyük oranda küreselleşme sonucunda gelişen ve büyüyen bir sınıf.
Globalizmin en büyük kazananın hiç şüphesiz Çin ve istatistiklerden Çin’in çıkarılması halinde dünya serbest ticaretinin, refahın global boyutta yayılmasına etkisi çok daha düşük olurdu. Ancak radikal sol grupların iddia ettiği gibi küreselleşme nedeniyle bir ülke sefalet ya da yıkım yaşamadı.
Solun özellikle aşırı solun olağanüstü bir ideolojik gayretle oluşturduğu globalizm karşıtlığının, yarattığı güven boşluğunu ise tahmin edilenin aksine devrimci güçler değil aşırı sağ doldurdu. Almanya’da bu atmosfer içinde 2012 yılında kurulan ‘’2013 Secim Alternatiflerine Destek Derneği’’ isimli inisiyatif kısa bir süre içinde Almanya için Alternatif (AfD) isimli bir partiye dönüştü ve bugün Almanya’da ana muhalefet partisi.
AB müesses nizamı 27 Temmuz’da ABD’ye karşı tarihi bir mevzi kaybı yaşadı. Öncülüğünü Trump’ın yaptığı yeni düzen AB’yi bir güç merkezi olarak geriletmekle kalmadı küresel pazarları da öngörülemez bir belirsizlik ve tedirginliğe sürükledi. Sadece Türkiye değil dünyanın her tarafı bu yeni dönemin yol açtığı belirsizlikler ve güvensizliklerle boğuşuyor.
