Kur’an’ı doğru anlamada insanı ve ahlâkı önceleyen bazı yöntemler

Meşhur tanımda ‘din’in, insanların dünya ve ahiretlerini mutlu kılmayı amaçladığına dikkat çekilir. Eski kaynaklarda dinin bu amacı kısaca “celb-i menfaat, def’-i mazarrat/mefsedet” şeklinde formüle edilmiştir (Mesela bk. Gazzâlî, Şifâʾu’l-Ğalîl, Bağdat 1971, s. 159). Allah ihtiyaçtan münezzeh olduğu için tanımdaki “menfaat” ve “mazarrat” insanla ilgilidir.

Allah, rahmet ve cömertliğinin bir sonucu olarak, insanların din ve dünya iyilik ve yararları (mesâlih) için onlara peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bu düşünce, dinin, dünyamıza bakan yönüyle ahlâk amaçlı olduğunu gösterir. Birçok ayet ve hadis yanında, özellikle Kur’an’ın “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülüğü nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız” mealindeki ayeti (Âlu İmrân 3/110) ve Hz. Peygamber’in “Ben ahlâkî güzellikleri / erdemleri tamamlamak için gönderildim” anlamındaki meşhur hadisi bunun en açık ifadesidir. Çünkü çağdaş Müslüman düşünürlerden Taha Abdurrahman’ın ifadesiyle “İnsanlığın mahiyeti sadece ahlâkî bir mahiyettir.”

***

Herkes bilir ki, dinî naslar (ayet ve hadisler) sabit ve sınırlı; zaman ve hayat ise canlıdır, değişen ve yenilenen karakterdedir. Bu durumda sabit ve sınırlı olan naslardaki lafzî ve zâhirî anlamların, sürekli değişen ve yenilenen hayatın bütün yönlerini ve olaylarını ayrıntısıyla kuşatmayacağı ortadadır. Buna göre nasların lafzî ve zâhirî yorumlarının değişen şartlarda oluşmuş yeni problemleri çözmede yetersiz kalacağı apaçık aklî bir gerçektir.

İşte, ‘serbest içtihat dönemi’ kabul edilen İslâm’ın ilk iki-üç asrında temel dinî kaynakların lafızları, belirtilen aslî-ahlâkî yararlar (mesâlih) ve amaçlar (maḳāsıd) doğrultusunda yorumlanarak kaçınılmaz olan dünyevi sorunlar aşılmaya çalışılmıştır. İlk dönemlerde bunu gösteren pek çok örnekten sadece birini hatırlatmakla yetinelim: Savaşlardan elde edilen ganimetlerin askerlere taksimini emreden açık naslar ve Peygamber uygulaması bulunmaktadır. Buna rağmen zamanın halifesi Hz. Ömer, İslam ordusunun fethettiği Sevâd (Irak) topraklarını kamu yararı (maslaha/mesâlih) amacına dayanarak savaştan önceki sahiplerine bıraktı.

***

Baştan beri dinin “muâmelat” denilen dünyevî ve toplumsal ilişkilere dair hükümlerinin, zamanın ve şartların değişmesinden kaynaklanan yeni ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yorumlanması gerektiği fikrini savunanlar olmuş; bunu sağlamaya yönelik yöntemsel öneriler yapılmıştır. Böylece, istihsan, istıslâh, maḳāsıd, mesâlih gibi kavramlarla ifade edilen bu yöntemlerin üretilme gerekçesinin, zaman içinde ortaya çıkan yeni sorunları adalet ve hakkaniyet gibi ahlâkî ilkeler çerçevesinde çözüme kavuşturmak olduğu görülmektedir.

İlk defa dört Sünnî mezhep imamlarından Mâlik b. Enes (ö. 179/795) tarafından kullanıldığı söylenen istıslâh ve aynı kökten maslaha (çoğulu: mesâlih) terimleri, “hakkında nas bulunmayan yeni sorunlara, iyiliği ve meşru faydası açık olan çözümler üretme” anlamını içeren, esasında ahlâk amaçlı bir yöntemdir. Hanefîlerdeki istihsan terimi ise, “gelişen şartlara göre bireylerin ve toplumların hayatlarını ‘güzelleştirici’ ve rahatlatıcı, onlara kolaylık sağlayıcı, hareket alanlarını genişletici çözümlere ulaştıran delil” anlamında yine ahlâk amaçlı bir yöntem olarak kullanılır.

İstihsân yönteminde, adet ve gelenek (örf), -duruma göre- birey ve kamu yararı, zaruret hali gibi gerekçeler ön plana çıkar. Bu tür gerekçelerle, hukukun adalet ve hakkaniyet gibi genel prensipleri de dikkate alınarak, nasların lafız ve zahirinin ifade ettiği hükümler yerine, aynı naslarda gözetilen maksatlara ve hayatın gerçeklerine daha uygun hükümlere ulaşılmak istenir.

Buna göre istihsan, “hakkında nas bulunmayan yeni meselelerle birlikte, bir konuda nas olsa bile, o nassın ortaya çıktığı zaman ve şartlar değiştiği için, artık nassın lafzî ve zahirî anlamıyla ulaşılan hükmün uygulanması sorun çözmüyor, fayda sağlamıyor veya zararı önlemiyorsa, onun yerine aklın daha ‘güzel’ (iyi ve faydalı) bulduğu, dinin genel prensipleriyle çelişmeyen başka bir çözüm üretme yöntemi” şeklinde tanımlanabilir. Belirtilen tanım dikkate alındığında ‘istihsan’ın ‘istıslâh’a göre gelişme ve yenilenmeye daha çok imkân veren bir yöntem olduğu anlaşılır.

Gelecek yazımda özellikle istihsan yöntemine yapılan itirazları, bu itirazların temel gerekçesini ve her alanda ortaya çıkardığı sonuçları değerlendirmeye çalışacağım.

YORUMLAR (24)
24 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.