Büyük laflar, büyük kayıplar

Bazı kavramlar ne kadar sık tekrarlanırsa, problemin o kadar büyük olduğunu anlayabilecek tecrübeye sahibiz. Hele tekrarlayan siyasetçiler olursa; özellikle de iktidar sözcüleri. En sık söyleyenlerin başında doğal ki Cumhurbaşkanı geliyor. Son olarak, bir daha eski yasaklı dönemlere geri dönülmeyeceğini söyledi. Aynı günlerde adalet dağıtmayan devletin çürük bina gibi yıkılıp gitmeye mahkum olduğunu anlattı. Öncesinde, Türkiye’nin en iyi ekonomiler arasına girmek üzere olduğunu defalarca söylemişti. Her tekrar, her vurgu problemin ne kadar büyük olduğunu hatırlatmaktan başka tesir yaratmıyor.

Gerçek şu ki Türkiye eski yasaklı zamanlara döndü… Hem de daha derin ve “sofistike” şekilde dündü. Dahası, yasaklamak, kısıtlamak, sınırlamak ve tek görüşü benimsemeye zorlamak eskiden ayıp sayılırdı; şimdi o da yok. Yasakçılık hem çok güçlü hem de en “itibarlı” dönemini yaşıyor. Dış güçlerin hepsi birden bize saldırırken ve onların içerideki işbirlikçileri türlü türlü ihanet planları yaparken gayet tabii ki yasaklayacaksın vs, gibi bir atmosfer ülkenin üzerine çökmüş bulunuyor. Aynı atmosferin ağır baskısıyla seçime de gidiyoruz.

Tabiatıyla ülkede hukukun üstünlüğünden ve hukuk otoritesinde bahsetmek de mümkün değildir. Siyasetin müdahil olduğu siyasi davalar ve siyaset gücü kullananların müdahil olduğu bütün davalarda hukuk bitkisel hayatta mücadele veriyor. İmamoğlu davasının dumanı üzerinde tüterken başka örneğe gerek var mı? Yargı hiç olmadığı kadar siyasetin emrinde ve kendini gizleyip saklamakla da uğraşmıyor. Bir hakim bu davayla ilgili kendisine baskı yapıldığını söylüyor; baskıyı reddettiğini söylüyor, sürülüyor. Haftalar geçse de ne bakanlık ne başka bir yer, adet yerini bulsun kabilinden dahi açıklama yapmaya tenezzül etmiyor. Bırakın parmak izini, ayak izi, DNA, hepsi birden olay yeninde ama dert eden yok. Kararın Yargıtay’da onaylanacağını rahatlıkla söyleyen hükümet yetkilileri bile var. Çok partili hayatta böyle bir dönem hiç olmadı. Rahatlık, umursamazlık, pervasızlık…

Türkiye aynı zamanda dünyanın en büyük ekonomileri arasına girdi giriyor, demek de gerçeği ifade etmiyor. Bilakis Türkiye dünya liginde geriledikçe geriliyor. Hedeften söz edince… 2023 hedefleri vaadiyle geçen 20 senenin sonunda gelinen nokta ortadayken başka ne hedefi demek hakkını da saklı tutalım. Hedef koymak da tutturmak da disiplin, hukuk, liyakat ve gayet tabi demokrasi ister. Onlar yok…

Türkiye en büyük ekonomilerden biri olmak şöyle dursun 40 yıldır dahil olduğu ilk 20 kulübünden bile düştü. Yüksük faiz ve yüksek enflasyon liginde en yukarılarda. Yolsuzluk ve kara parayla mücadelede çok kötü bir yerde. Kişi başına düşen gelir liginde; yani vatandaşına refah sağlamakta 20 yıl öncesinden bile daha geride. Bırakın dünyanın en iyi ekonomilerinden birisi olmayı, yani ilk 10’a girmeyi; ilk 10’daki ülkelerden de ilk 50’dekilerden de tek sent yabancı yatırım alamaz hale gelmiş durumdayız. Tek sermaye girişi vatandaşlık garantisi verdiğimiz ev satışlarından gelen para…

Türkiye büyük laflar eşliğinde küçülüyor.

Sadece hukuk devleti, demokratik ortam, serbest piyasa ekonomisi gibi temel değerler değil o değerleri ayakta tutan kolanlar da aşınıyor. Liyakat, ehliyet, hesap verebilirlik, şeffaflık, ifade hürriyeti gibi en hayati değerler silikleşiyor. Tek meselenin iktidarı korumak olduğu bir pratik ülkenin bugününü ve geleceğini ipotek altına alıyor. Büyük lafları güçlü belagatla tekrarlamak tabloyu değiştirmiyor.

YORUMLAR (100)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
100 Yorum