Krizdeki ekonomi mi perdeledikleri mi daha kötü?

Ekonominin uzun kriz tünelinde olması elbette yıkıcıdır ve gelecek yıllara da ağır maliyet bırakacak bir problemdir. Türkiye, daha ortada salgın ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yokken krize girmişti, hala çıkamıyor. Enflasyon, faiz, borçlanma maliyeti ve işsizlik gibi kalemlerde tablo kötüleşmeye devam ediyor. Dirençsiz ve hazırlıksız bir ekonominin kaçınılmaz sonucu, küresel fırsatlar ıskalanıyor ama küresel krizlerin faturası sokağa kadar yansıyor. Bütün olanların sebebi de sır değil; Türkiye ve ekonomisi kötü yönetiliyor. İktidar birçoğu yanlış sonuç veren piyasa müdahaleleriyle ekonomi üzerindeki kontrolünü kaybettikçe yeni hamlelerle durumu daha karmaşık hale getiriyor.

Bütün yanlışların temel motivasyonu olan döviz kuru tabelasını düşük tutmak hedefi de gerçekleşmedi. Arka kapıdan satılan 128 milyar Dolar’lık iki ayrı paketle kamunun bütün döviz rezervleri buharlaştı ve ülke neticede yüksek kura ve ayrıca biri “resmi” öteki “çarşı” tabir edilen ikili kur modeline mahkum oldu. Seçimden sonrası için de iyi tahminde bulunan yok, maalesef. Sınır tanımayan popülizm ve bol vaat yarışından sonra iyi bir gelecek tahmin etmek de zaten imkansızdır.

Peki, daha kötü hangisi? Krizdeki bir ekonomi mi yoksa o ekonominin perdelediği hukuk ve demokrasi yoksunluğu mu? Hayatın aşırı pahalı hale geldiği ve geçim zorluğunun yakıcı boyutlara ulaştığı zeminde demokrasi ve hukuku konuşamaz hale gelmek! Şimdi bulunduğumuz yer burasıdır. Neyse ki Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, herkes adına bu eksikliği kapatan mesajlarla kendimize gelmemizi sağladı. En azından bir süre için… Arslan, doğru yerde, doğru zamanda ve duyması gereken kişilere karşı doğru sözlerle konuşarak, atmosfere temiz hava pompaladı.

Hepimiz biliyoruz veya bazılarımız bildiği halde görmezden geliyor ama bir ülkede ekonomi kötüyse bu sadece özel olarak ekonomiye dair faaliyetlerin sonucu değildir. Aynı zamanda hukuk ve yargı, aynı zamanda ifade hürriyeti, aynı zamanda insan hakları değerleri kötüdür ve o ülkede şeffaflık, denetim ve liyakat gibi değerler zayıflamıştır. Bu grupta problemleri olan ülkelerin ekonomideki problemi de büyük olur. Türkiye gibi…

Nitekim Türkiye, enflasyon, faiz, işsizlik ve iç/dış borçlanmada dünyanın en kötü ülkeleri arasına girerken, eş zamanlı olarak hukuk, şeffaflık ve ifade hürriyeti sahalarında da aynı kötü sıralardadır. Kötü yönetim, bileşik kaplar prensibine göre işlemektedir. Bir ünitede seviye düşerken ötekilerde de en az o kadar düşmektedir.

Seçim sürecinde beterin beteri olan ise kötü ekonominin en az o kadar kötü demokratik ortama dair problemleri konuşturmaz ve tartışmaz olmasıdır. Ülkenin tek sorunu ekonomiymiş ve bu da zaten küresel faktörler yüzünden oluyormuş gibi bir kanaatin ülkenin kaderine tesir edecek kadar pervasızlaşmasıdır.

Gerçek ise, demokrasi ve hukuk gerilediği için ekonominin de gerilediği ve dış politikada caydırıcılığımızın zayıfladığıdır. Mesela, ABD’nin dilinin ucuna geldiği halde on yıllardır kağıda dökmediği “soykırım” ifadesini artık kolaylıkla kullanabilmesi bu gerilmenin sonucudur. Veya Suudi Arabistan, Suriye, Mısır ve BAE karşısında düştüğümüz durum… Yahut yabancı sermaye girişimizin neredeyse tamamına yakının vatandaşlık karşılığı satılan evlerden gelen paradan ibaret olması gibi.

“Büyük” hukuk ve “büyük” demokrasi yoksa büyük ekonomi, büyük dış politika, büyük eğitim, büyük sanat ve büyük sanayi de olmuyor. Büyük ülke de…

İyi değerlendirilemeyen beş yılın ardından hiç olmazsa yeni dönemde karşı karşıya bulunduğumuz mesainin çapını, derinliğini ve hacminin bilinmesinde, bilenlerin de unutmamasında fayda vardır. Kesin olan şu ki, önemini ihmal ettiğimiz hiçbir şeyden muaf sayılmayacağız.

YORUMLAR (55)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
55 Yorum