Yine mi?

1990’ları hepimiz dün gibi hatırlıyoruz. Her akşam televizyonlarda gördüğümüz şehit cenazeleri, kulağımızın sürekli duymaktan artık tepki vermediği, “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganı, sıkıyönetimler, olağanüstü haller, sınır ötesi operasyonlar, yükselen döviz kurları, birbirleri ile sürekli kavga halindeki siyasiler, koalisyon pazarlıkları ve yönetilemeyen bir Türkiye.

Hanidir unuttuğumuz, artık atlattığımızı düşündüğümüz bir kâbus döneminin karabasanları, Temmuz ayından itibaren yeniden hayatımıza çökmeye başladı.

Temmuz ortasından beri 100’den fazla şehidimiz oldu. Patlayan bombalar, sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçeler artık yeniden hayatımızda. Tabloyu daha da ağırlaştıran, 90’lı yıllarımızda olmayan bir Suriye Savaşı, Türkiye’nin iliklerine kadar sızdığı iddia edilen IŞID (DEAŞ) örgütü, bu örgütün bombaladığı sınır kasabaları, militanlarına “İstanbul’u işgal edin” diye video yayınlayan pervasızlığı, Türkiye’nin Dünya’dan izole, bütün komşuları ve AB ile arasının açık olması ve bu ülkelerin bazılarının PKK’ya aleni desteği…

Bir husus daha var ki, açıkçası yazarken bile insan üzülüyor, yazası gelmiyor. Ama son 2-3 senedir, çok net hissedilen ve terör olaylarının yeniden başlaması ile daha da netleşen artık tek bir millet olmadığımız gerçeği.

Gezi olayları, Soma faciası, statlardaki siyasi tezahüratlar, 17/25 Aralık süreçleri sonrası yaşananlar, Suruç ve benzeri terör saldırılarından sonra sosyal medyada çıkan yorumlar, ülkeyi yönetenlerin ve muhalefetin çeşitli olaylar karşısında birisi sevinirken-diğerinin üzüldüğü durumlar… Tüm bunlar artık Türkiye’nin tek milletten oluşmadığını ve birbirinin acısına sevinen, birbirine adeta düşman bir milletler topluluğuna dönüştüğünü gösteriyor.

Millet olmanın en büyük şartı olan “sevinçte ve tasada ortak” olmak şartı artık Türkiye’mizde maalesef mevcut değil. Bizden olmayanın ne hali varsa görsün zihniyeti artık sokaklara, mahallelere hatta ailelere kadar inmiş durumda. Her gün aldığımız haberler ise bunun düzelme değil daha da kötüleşme eğilimde olduğu yönünde.

Yıllardır gerilimden beslenen politikacılar yüzünden çok katı bir siyasi gerilim yaşayan ülkemizin bu haline bir de son birkaç aydır terör ve bozulan ekonomik göstergeler de eklendi. Ülkenin içinde bulunduğu bu ağır tablo sorumluluk sahibi kişileri uyandırıp, daha olgun hareket etmelerini sağlamıyor. Son koalisyon pazarlıklarında kendi siyasi geleceğini düşündüğü için koalisyonu engellemeye, oyalamaya çalışanlar, “o varsa ben yokum” diye yolu baştan kapatan muhalefet, akıl almaz bir sorumsuzluk örneği sergiliyorlar. Gerilimden beslenen politikacıların, kendi mahallesinin alkışlarına oynayan devlet adamlarının, parayla satın aldığı trollerinin internet propagandalarına güvenen siyasilerin akıllarını derhal başlarına toplamaları gerekmektedir.

Güneydoğudaki sokak savaşlarının, 6-7 Ekim benzeri olayların, tüm Türkiye’ye yayılması ihtimali çok düşündürücüdür. Sadece etnik çelişkiler değil, yukarıda bahsettiğimiz gibi, siyasi gerilim artık toplu taşıma araçlarına, sokaklara taşmış durumda.

Bundan sonrası

Buraya kadar çok karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ama bu tablo bir o kadar da gerçekçi bir tablo.

Peki, bundan sonrası için ne olur? Görünen o ki bir erken seçim kaçınılmaz görünüyor. Bu yazı kaleme alındığı dakikalarda Yüksek Seçim Kurulu olası bir erken seçim tarihini 1 Kasım 2015 olarak öngören bir taslağı partilerin görüşüne sunmuştu.

Her seçim dönemi gibi bu seçim dönemi de kutuplaşmayı artıracaktır. Bu noktada Cumhurbaşkanı’nın tavrı daha da önemlidir. 7 Haziran seçimin arifesindeki gibi meydan meydan gezerek adeta bir siyasi parti lideri gibi propaganda yapması bu gerilimin üzerine benzin dökecektir. Zaten ne zamandır tarafsız, hakem rolü oynayan bir cumhurbaşkanı modelinden uzak olan Türkiye’de, bu durum daha da tatsız bir hal alacaktır. Ekonomik göstergelerin gitgide bozulması da bunun üzerine tuz biber ekecektir.

Gönül ister ki seçimin neticesi ne olursa olsun, ülkemize istikrar getirsin. Eğer sandıktan tek parti iktidarı çıkmayacaksa –ki öyle görünüyor- muhalefetin de mevcut iktidarın da bir başka tur koalisyon pazarlıklarına hazır olması ve artık Türkiye’ye zaman kaybettirmemeleri gereklidir.

Akdeniz havzasında iç savaş yaşamamış tek ülke olan Türkiye’nin ne zamandır uluslar arası platformlarda dile getirilen kâbus senaryolarının yaşamaması için herkesin sorumlu hareket etmesi gereklidir.

Tüm bunlara “Türkiye bir iç savaş yaşasın da güvenliği sağlayacağız diye müdahale edelim, istediğimiz sınırı çizelim” diye Batı’nın pusuda beklediğini de ekleyelim. Hatırlayacaksınız, son birkaç senedir çok sayıda, baştan çizilmiş Ortadoğu haritası yayınlandı.

Yazımıza İstiklal Marşı’mızın yazarı şair Mehmet Akif’in kendisini ziyarete gelen bir heyete söylediği bir söz ile son verelim:

Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın

Âmin.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.