Hata-kusur itirafnamesi
Bu yazı bizzat kendi kusurlarımla yüzleşmek ve açıkça itiraf etmek kabilinden kaleme alınmış bir metin olarak okunabilir.
İnsanın kendi hata ve kusurlarını iç dünyasında kabullenip kendi kendine itiraf etmesi pek kolay değildir. Hele hele bunları başka insanlara açık seçik biçimde itiraf etmesi hiç kolay değildir. Fakat hâl-i hayatta gerçekten erdemli, daha erdemli bir insan olmak gibi bir amaç gözetiliyorsa, bu durumda söz konusu itiraf pekâlâ kolay hale gelebilir. Bu yazıya konu olan hususlar aslında hemen her insanda az çok mevcut olan, fakat bazı insanlarda daha yoğun düzeyde bulunduğuna tanık olunan hata ve kusurların itirafları babında değerlendirilebilir. Arthur Schopenhauer’in “Aforizmalar” adlı eserindeki “Öğütler” başlıklı bölüm bahse konu insani ve ahlaki kusurlara ilişkin çok çarpıcı tespitler içerir. Bu yüzden, öncelikle kendi şahsımla ilişkilendirdiğim hata-kusur itiraflarındaki izlek ve içeriğin büyük ölçüde söz konusu tespitler etrafında şekilleneceğini özellikle kaydetmem gerekir.
Birinci itiraf: Öznellik ve ben-merkezcilik… Başta kendi şahsım olmak üzere bazı insanlar öyle özneldirler ki kendilerinden başka hemen hiçbir şey onları ilgilendirmez. Bu yüzden, söylenen her şeyde behemehâl kendilerini düşünürler. Haliyle, konuşulan veya mevzu bahis olan şeyi nesnel anlamıyla anlayıp kavrayacak mecalleri kalmaz. Böyle kişiler bu yüzden öyle kolay dalgınlaşır, öyle kolay alınganlaşıp gücenirler ki hangi konuda olursa olsun kendileriyle nesnel biçimde konuşulduğunda dahi konuşulan şeylerin içerisinden kendilerine mutlaka bir incinme ve gücenme payı çıkarmayı başarırlar. Yine böyle kişiler başkasının konuşmasındaki içtenlikli, güzel, uygun ya da doğru olan şeye karşı duyarsız ve duygusuzlaşırken, kendi gurur ve kibirlerini inciten en ufak şeye karşı aşırı duyarlılık gösterirler.
İkinci itiraf: İnsani ilişkilerde özensizlik ve hoşgörüsüzlük… Ömür sermayesinin tükendiği gün, “Geçtim dünya üzerinden salimen…” diyebilmenin olmazsa olmaz şartlarından biri, doğrudan doğruya kul hakkına taalluk etmesinden dolayı insani ilişkilerde büyük bir özen, ihtimam ve hoşgörü sahibi olmaktır. Bunun için temel şart, başka insanları kendi kalıp yargılarımızı yegâne doğru ölçüt kılarak yargılamamak, bizim dışımızdaki herkesi kendimize benzetmeye çalışmamaktır. Ne yazık ki hemen her birimizde, hatta kendini çok hoşgörülü, pek demokrat ve liberal görenlerimizde dahi hatırı sayılır bir hoşgörüsüzlük vardır. Dahası, insanoğlunda nasıl ve nereden peyda olduğu bilinmeyen anlamsız bir gurur ve kibir vardır.
Gurur, kibir ve ucb (kendini beğenme) insanın kendini kimi zaman -haşa- Tanrı gibi görüp hata ve kusurdan masun bir varlık gibi algılamasına yol açmaktadır. Oysa Yunus’un “Bir avuç toprak biraz da suyum ben, neyimle övüneyim, işte buyum ben” sözünü hâl-i hayatımıza taşıyabilmek mümkün olsa, insan gerçek manada insan olmayı başaracaktır. Fakat nedense insan varlık âlemindeki küçücük yeri ve değerlilikten çok değersizliği hakkında işin hakikatini bilmesine rağmen söz konusu kusurları bertaraf etmeyi başaramamaktadır. Bu konuda Gazâlî’nin “İhyâu Ulûmi’d-Dîn”adlı eserinin ucb ve kibirle ilgili kısımlarını içtenlikle okumanın çok iyi bir ahlaki terapi sağlayacağını söylemekte fayda vardır.
Üçüncü itiraf: Kadir kıymet bilmemek… Schopenhauer’in ifadesiyle, kimi insanlar bağışlandıklarında arsızlaşan, bu yüzden kendilerine yumuşak ve sevecen davranılmayan çocuklara benzerler. Nitekim söz konusu insanlar çoğu zaman kendilerine verilen değer ve önem karşısında kadir kıymet bilmek yerine nankörce şımarırlar. Bu yüzden, ne ilginçtir ki bir dost veya yakın arkadaşa bizden talep ettiği şeyi vermemek ya da isteğini reddetmekle o dostu/arkadaşı yitirmeyiz; ama istediği şeyi vermekle onu kolayca yitirebiliriz… Tıpkı bunun gibi bir dosta biraz ihmalkâr ve aldırışsız biçimde davranarak onu yitirmeyiz; ama ona karşı çok fazla dostça, kibar ve nazik davranırsak onu yitiririz. Çünkü bu davranışımız onu tuhaf biçimde küstah, kibirli ve katlanılmaz hale sokar. Bu hiç istenilmeyen ve asla vuku bulmaması gereken bir durumdur; ama her nedense çoğu zaman vuku bulan budur. Her nedense kimi kimi insanlar özellikle onlara çok muhtaç olduğumuz düşüncesini kaldıramazlar. Kibir ve kendini beğenme bu düşüncenin ayrılmaz parçasıdır. Kimi insanlarda bu düşünce kendilerine daha fazla güvenildiği veya teklifsiz biçimde konuşma söz konusu olduğu zaman ortaya çıkar. Bu noktada onların hep nazını çekmemiz gerektiği zehabına kapılırlar ve nezaket sınırlarını da alabildiğine genişletmeye çalışırlar.
Buraya kadar hem tasvir hem itiraf etmeye çalıştığımız hata ve kusurların yanı sıra insani ilişkilerimize olumsuz şekilde yön veren daha başka birçok ahlaki kusur da mevcuttur. Söz konusu kusurların hepsini tek tek sayıp sökmek olanaksızdır; fakat insanın kendini kusurlu görmesi ve bunun farkındalığıyla kendine karşı itirafta bulunabilmesi çok önemli bir adımdır. Şayet bu hayatta daha iyi, daha erdemli bir insan olmak ve dolayısıyla Allah’ın huzurunda mahcup olmamak gibi bir amaç taşıyorsak, hata-kusur itirafnamemizi yazmamız ve bunu kendi kendimize okuyup azami ölçüde kusur telafisi için uğraşmamız, en azından “adam olmak”lığın temel şartıdır.