Abdulhamid Gül isteyince gidebildi mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan siyasal çizgisindeki değişiklikleri her zaman bizzat kendi tavrı üzerinden göstermiyor. Bazen bu tavır değişikliği çevresindeki bir aktörün yerine yenisini koymasını getiriyor ya da aktör değişikliği bir siyasal arayışın bizatihi simgesi haline geliyor.
Erdoğan’ın hepsi olmasa da kritik görevlerle ilgili verdiği kararları bu çerçeveden okumak orta ve uzun vadede daha anlamlı bir fotoğrafa imkan veriyor.
Elbette her istifanın, daha doğrusu affını istemenin ve istenen affın kabul edilmesinin, konjonktürel, şahsa bağlı, neden – sonuç ilişkisi içinde değerlendirilecek bir çerçevesi vardır. Ama bu görev değişikliklerinin genel siyasette nereye oturduğunu anlatmaya yetmiyor.
Bunun en anlaşılır örneklerinden biri Berat Albayrak’ın görevden ayrılması idi. Cumhurbaşkanı’nın, damadının hükümetteki baskın rolünü bitirmesinde o dönem Merkez Bankası başkanlığına atanan Naci Ağbal ile yaşananlar, kendisinin ekonomi yönetiminden beklediklerini bulamaması ya da iddia edildiği 128 milyar dolar tartışmasında yaşadığı hayal kırıklıkları rol oynamış olabilir.
Ancak Berat Albayrak’ın görevden alınmasını –ki affını istemekten ziyade görevden alınmış olması siyasal sürece daha uygun- 2020 Kasım’ında Joe Biden’ın ABD başkanlığına seçilmesi, Erdoğan’ın hukuk ve demokrasi vurgusu yapması, İYİ Parti ile iş birliği imkanlarını yoklaması gibi dinamiklerden bağımsız okumak eksik olur. Getirilen kişi değil ama kimin gönderildiği Erdoğan’ın yeni siyasal çizgisinin bir işareti idi ve kişisel gerilimleri aşan bir süreci anlatıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan kabinedeki birçok isimi değiştirirken bu tarzının gereklerine göre hareket etti. Abdulhamid Gül’ün varlığının da 2021’in sonuna kadar devam eden siyasal tercihlerde bir anlamı bulunuyordu.
Kürtlerle diyalog kapısını hala kapatmayan, İslamcı mahallenin kendisine ulaşması için bir kanalı açık tutan, Cumhur İttifakı’nın içeriğinde ve yöneliminde bir değişiklik ihtimalini göz ardı etmeyen bir çizgide Adalet Bakanlığı koltuğunu etkisiz ama sembolik bir ismin doldurması anlaşılabilirdi.
Erdoğan sonrası tartışmalarda ismi geçen Süleyman Soylu gibi güçlü bir İçişleri Bakanı ile denge kurmak ya da Albayrak’ın gitmesinin de işaretini verdiği Pelikan dışı aktörlere alan açmak gibi dinamikler de yine Gül’ün bulunmasını bir çerçeveye oturtuyordu.
Bugün bu ihtiyacın göreceli olarak kaybolması Gül’e olan ihtiyacı da sona erdirdi. Yoksa ne Gül iktidarın adalet ve hukuk anlamında farklı politikalar izlemesi için gerekli bir aktördü ne de Gül’ün kamuoyu önünde kullandığı popülist dilin Erdoğan’ın dünyasında bir karşılığı vardı.
Eğer o söyleme ihtiyaç duyulsa idi ya da Gül’ün sözlerinin maliyetini taşımak iktidarın devamı için faydalı olsa idi, Gül yine devrede kalabilirdi.
Bugün AK Parti’yi Erdoğan’ın partisi olarak tanımlayan ve kutsal metinler okunurken bile ayağa kalkmayan AK Parti genel kurulunu Erdoğan’ın mesajını ayakta dinlemeye çağıran Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanı olarak atanması yeni dönemde Gül’e ihtiyaç kalmadığını gösteriyor.
Erdoğan 2021’in sonu itibariyle Cumhur İttifakı’na daha sarılmış, siyasal yönelimde Bahçeli-Soylu aksında hareket eden, ekonomik ve bürokratik politikada ise Berat Albayrak anlayışını benimsemiş bir durumda. Ekonomide özellikle Kur Korumalı Mevduat rejimi ve Sedef Kabaş tartışmasının evrildiği nokta ile kendi tabanında yakaladığı ivme, genel fotoğrafı değiştirmese de Erdoğan’ın kendisini daha da haklı görmesine sebep olacaktır.
Mesele eğer Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ya da Osman Kavala davasındaki duruma Abdulhamid Gül’ün itiraz etmesi olsa idi Gül geçen hafta değil, geçen yıl değil çok daha önce gitmiş olurdu.
Türkiye’nin geldiği nokta istifa müessesesinin devreden çıkması ve ayrılmak isteyenlerin aflarını istemeleriyle edilgen bir pozisyonu kabul etmelerinin daha da ötesinde.
Artık ayrılmak isteyenlerin ne zaman aflarını isteyebilecekleri de en üst otoritenin onayına bağlı. Siyasal figürlerin edilgenliklerini bir kademe daha derinleştiren bir etkisizleşme durumundayız. Muhtemelen çok partili siyasal hayatta kabine üyelerinin bu kadar silikleştiği başka bir dönem yaşanmadı.
Dolayısıyla aktörlere anlam yüklemenin sınırlarını zorlamak hem gereksiz hem de gerçekçi değil.