Afganistan’dan Türkiye siyasetine ekmek var mı?
Amerika Birleşik Devletleri’nin çekileceğini açıklaması üzerine Taliban büyük bir hızla tüm Afganistan’ı kontrolü altına aldı ve daha yabancı büyükelçilikler pılını pırtısını toplayıp gidemeden ülkenin başkentini ele geçirdi.
Afganistan’ın 11 Eylül sonrasında ABD tarafından işgali, NATO’nun varlığı ve kalkınma yardımları, Çin ve Rusya’nın bölgesel rekabeti, Taliban’ın ülkedeki rolü, ülkenin parçalı etnik yapısı, tarihi geçmişi ve Pakistan’ın Taliban üzerindeki etkisi üzerine günlerce konuşmak mümkün. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk günlerinden bu yana Afganistan’a olan yakınlığı da konuyu genel kamuoyu için ilgi çekici kılıyor.
Gel gelelim her mahallenin önde gelenlerinin Afganistan güneşi ile kendi çamaşırlarını kurutma sevdası akla zarar tartışmaları beraberinde getirdi.
Taliban’ın Afganistan’ı kontrol etmesi üzerinden uzun zaman önce anlamsız olduğunu düşündüğümüzden rafa kaldırdığımızı zannettiğimiz ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ sendromlarının tozu alındı, yeniden tedavüle sürüldü.
Gören de Afganistan Türkiye’nin birebir kopyası, orada yaşananlar yarın burada da yaşanacak ya da daha dün Afganistan olmanın kıyısında idik de dönmüşüz zannedecek.
Hele de Suriye’de IŞİD’in başörtülü bir kadını sadece yüzünü örtmediği gerekçesi ile katlettiği görüntünün Taliban etiketi ile dolaşıma girmesi var ki inanılmaz.
O görüntüdeki militanların Taliban olmaması Taliban’ı aklamaz. Benzer bir olayın son on yılda Afganistan’da yaşanmadığını da zaten kimse iddia edemez. Görüntüleri siyasi retorik sosu ile paylaşanlar acaba Türkiye’nin kahir ekseriyetinin ya da kendini muhafazakâr olarak tanımlayanların olanları onayladığını mı düşünüyor? Ya da satır aralarından o cinayetten buradaki dindarları mı sorumlu tutuyor? Akıl almaz analojiler.
Emekli bir Tuğgeneral’e göre kendi kongre binasının basılmasını engelleyemeyen, New York’ta ikiz kulelerin yıkılışını izleyen Amerika Suriye ve Irak’tan Afganistan’a kadar her şeyin arkasındaki güç.
“Türkiye Taliban olmamasını Cumhuriyet’e borçlu” söylemleri üzerinden yarım kalan ideolojik hesapları temize çekme çabası hemen kendini ele veriyor.
Sanki Osmanlı’nın son dönemindeki opsiyonlar Talibanizm, Kemalizm ve Komünizmdi de Türkiye ikincisini seçti. Tanzimat ve Meşruiyet’le görünür hale gelen ama öncesi de olan bir Osmanlı modernleşmesi yoktu gökten medeniyet indi Türkiye’ye.
Cumhuriyeti kuran kadroların devrimci bir değişime imza attıklarına şüphe yok. Ama Cumhuriyet öncesi Türkiye’yi tabula rasa olarak tarif etmek de geçmiş birikime ve Türkiye’nin gerçeklerine haksızlık. Üstelik de Cumhuriyetin temel sorunlarını daha çözememişken.
Bir uç da Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek. Perinçek “Taliban, aynı Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye’de yaptığı gibi Afganistan’ın Kurtuluş Savaşı’nı başardı.” sözleri ile kendisine yakışanı yapıp tartışmaların üzerine tüy dikti.
Peki Anadolu’daki İstiklal Harbi’nin nüveleri Taliban’ın Katar’da ofis açması gibi önce başka başkentlerde mi filizlendi? Muhatabınızı gözünüzün önüne getirince tartışmak bile anlamsız geliyor ama insanın aklı durmuyor.
Peki diğer tarafta durum nasıl? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika ile Türkiye’yi mukayese ederken kullandığı “Türkiye, onun inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Ters bir yanı olmadığı için de onlarla bu konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.” ifadeleri birçokları için elverişli bir tartışma ortamı doğurdu elbette.
Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesini anti-emperyalizme karşı zafer olarak tanımlayanlar da Afganistan’da sahada olup bitenleri ıskalayan bir romantizm içinde. Tarihinin en uzun savaşında Amerikan ordusu ülkeyi tümüyle ele geçiremedi doğru. Özellikle geri çekilme sırasında yaşananlar ise kelimenin tam anlamı ile fiyasko. O da doğru.
Bu başarısızlık 14.400 askerini kaybeden Sovyetlerin, ABD’nin de desteği ile savaş veren Afgan mücahidler karşısında çekilmesi ile aynı mı? Hemen Amerikan çağının sonu tezleri revaç buldu. Gerçi Batı basınında da bu heyecana kapılan az değil ayrı mesele.
Afganistan’da yaşananlara dair soğukkanlı analiz yapan istisnai uzmanları ayrı tutarsak herkes kendi gündemini 3000 kilometre uzakta yaşananlar üzerinden topluma zerk etme derdinde.
Bu arada ekonomisinin çok daha kırılgan, iletişim imkanlarının çok daha zor, pahalı ve kısıtlı olduğu zamanlarda Afganistan da dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde birçok farklı kurum adına Türkiye’den gazeteci varken bugün olan biteni yabancı ajanslar üzerinden takip etmek zorunda kalmamız da ayrı bir garabet. Küreselleşme iddiasında yeni ve pahalı binalardan yayın yapmayı ayrıcalık gören basın kuruluşlarının sadece binaya yatırım yapıp insan kaynağını ıskalaması hiçbirimizi şaşırtmıyor.
Konumuza dönersek. Türkiye İran olmadı, Afganistan olmaktan da bizi Cumhuriyet kurtardı diye söylem üretenler yine ülkenin sorunlarını ıskalayıp kendi elleri ile ülkenin gündemini kimlik siyasetine meze yapıyorlar.
Ülkenin yönetilememesi, kurumsuzlaşması, öngörülebilir bir ekonomiye sahip olmaması dururken safları Türkiye’ye uymayan bir örneği temel alarak yine laiklik, din, modernlik üzerinden sıklaştırmaya çalışanlar ülkeye iyilik yapmıyorlar.
Kimsenin Afganistan’da ne olup bittiği ile ilgilendiği yok. Taraflar Afganistan’da yaşananlar üzerinden kendi önyargılarını, kimliklerini teste tabi tutuyorlar. Yaptıkları Taliban’ın Türkiye ile örtüşmeyen yapısı, Afganistan’ın bu topraklarla yakınsanması mümkün olmayan demografisi, doğası, jeopolitik konumu ve siyaseti üzerinden içeride hesap görmek.
Bırakın İslam dünyasının en batıdaki örneği olan Türkiye’yi, İslam topluluğun genelini yansıtmakta bile yetersiz kalacak bir örnek üzerinden abartılı benzetmelerle, vülgarize görüntülerle Türkiye’deki din algısı ile hesaplaşmak ya da ABD’nin geri çekilmesi ile mümkün olmuş bir Taliban zaferi üzerinden anti-emperyalizm methiyeleri düzmek olsa olsa önyargıların sığ sularına hapsolmak demektir.