AK Parti’nin yaptığını CHP de yapar mı?
20 yıl önce AK Parti’nin en temel sorunlarından biri hem Ankara nezdinde hem de toplumun ‘diğer’ kesiminde yaşadığı meşruiyet eksikliği idi. Bir yanda oy oranının çok üzerinde bir tek başına iktidar gücü diğer yanda muhafazakâr İslami kimlikle barışık olmayan, ekonomik kriz sebebiyle mecburen AK Parti’ye tahammül eden askeri-sivil bürokrasi, medya, iş dünyası gibi yerleşik vesayet unsurları bulunuyordu.
O dönem yolu İslamcılıkla kesişmemiş, Millî Görüş hareketinin kıyısında köşesinde yer almamış, daha çok liberal, merkez sağ figürler AK Parti’nin bu meşruiyet darboğazını aşmasında yardımcı oldu. Bunu yaparken AK Parti kadrolarını İslamcı, şeriatçı olarak tanımlayan kendi mahalleleri ile kavga ettiler, dışlandılar.
Sadece onlar değil, daha muhafazakâr geçmişe sahip olanların bir kısmı da Erbakan çizgisini benzer gerekçelerle terk edip yenilikçilere katıldı. Türkiye’nin gerçekten normalleşebilmesi için ülkenin hem kültürel hem nüfus olarak ana damarlarından birinin gelip merkezde durması ve kendisi ile birlikte ülkeyi de dönüştürmesi gerekiyordu. Cumhuriyet’in kuruluşunda dışarda kalan iki kesimden, Kürtlerden ve muhafazakârlardan biri devletle tanışacak, devlet de bu kesim üzerinden normalleşmeyi en azından bir ölçüde sağlayabilecekti.
Allah için AK Parti’nin o günkü kadroları da bu niyetle yola çıktıklarını belirtiyordu. Göreve geldiklerinde kimsenin hayat tarzına müdahale edilmeyeceğini, demokrasi ile sorunları olmadığını anlatmaya çalışıyorlardı.
AK Parti’nin, daha doğrusu an itibariyle Erdoğan’ın yirmi yıllık iktidarı öyle bir serencama sahip ki gelinen noktada ilk başta AK Parti’ye destek veren bu isimlerin çoğu bizzat AK Parti mağduru haline geldi. Kimi çalıştığı gazeteden atıldı, kiminin üniversitesi kapatıldı, kimi hapisle tanıştı, yurtdışına gönüllü sürgüne gidenler oldu. En az maliyet ödeyeni erken emeklilikle gün doldurur hale geldi.
Bugün neredeyse zıt kutupta başka bir süreç yaşanıyor. Bir dönem kendini devletin asıl sahibi olarak gören, Cumhuriyet’i kuran parti olmakla övünen, mecliste olmasa bile vesayet odakları vasıtası ile politikalar üzerinde belli bir etki gücüne sahip CHP; iktidara geldiğinde muhafazakâr kitlelere ‘yaşam tarzınıza müdahale etmeyeceğiz, tek taraflı dayatmacı bir yaklaşımla ülkeyi yönetmek gibi bir planımız yok’ mesajı vermeye çalışıyor. Sadece muhafazakârlara değil Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ulusalcı bir bakışla dışladığı Kürt milliyetçisi siyasal hareketlerle de asgari müşterek oluşturma çabası var.
Tam da bu noktada bu sefer yolu CHP ile hiç kesişmemiş, hatta bir dönem AK Parti ile siyasal yakınlık kurmuş, Kemalist olmayan, kendisini Cumhuriyet’in dışladığı kesimler arasında sayan yine daha liberal ve yine kendi mahallelerinin hilafına CHP’nin normalleşmesine destek olan bir kesim var.
Bu kişilere göre de eğer Türkiye normalleşecekse ülkenin artık temel dinamiklerinden biri olan bu damar toplumun kalanı ile barışmadıkça, Kemalizm’in toplumun değerleri ile kavgalı kimliksel nefret ögelerinden sıyrılmış, kendi ilkelerini koruyan ama bunları tek doğru saymayan bir CHP ile bu mümkün olabilecek.
Elbette bu analojide birbirine benzemeyen onlarca dinamik var. AK Parti ilk kuruluşunda açıkça eski gömleğini çıkardığını söylüyordu. Sadece elitleri değil tabanı da eskinin pratiklerinin en azından bir kısmının yanlış olduğu kanaatinde idi. Yöneticileri de İslam Devleti mantığı ile Türkiye’nin yönetilemeyeceğini gördüğü için tavır değişikliğine gidiyordu. Öyle ki Hristiyan kulübü olarak görülen Avrupa Birliği süreci sadece laf olsun ya da bir tek askeri vesayete karşı manivela olarak değil gerçekten anlamlı görüldüğü için sahiplenilmişti.
Diğer yanda AK Parti tabanı, iktidara gelindiğinde hemen 28 Şubat’ın intikamı alınsın beklentisi içinde de değildi. Öyle ki tabandaki meşru ve haklı talebe rağmen başörtüsünde normalleşme yıllarca ertelendi.
Bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve çevresindeki bir ekibin yerleştirmeye çalıştığı daha ılımlı tutumu parti tabanı da benimsiyor mu kestirmek zor. Kılıçdaroğlu “Bizim bir sürü kabahatimiz var. Kendimizle de hesaplaşıyoruz. Bir dönem başörtüsünü Türkiye’nin en büyük sorunu haline getirdik. Sana ne kardeşim başörtüsünden? O kadın huzur içinde yaşıyor mu, sen ona bakacaksın” derken tabanı bu görüşü ne kadar sahipleniyor bilinmiyor.
CHP’de en azından söylemdeki dönüşümün bir kısmı, gerçekten tek tipçi modernleşme ülküsünün yanlışlığına inanıldığından mı yoksa en azından görünüşte söylem değişmedikçe iktidar olmanın imkansızlığı nedeniyle mi, bunu da ölçecek bir mekanizma yok.
Soruların cevaplardan çok daha fazla olduğu bir dönemdeyiz.
AK Parti yola çıkarken ona sempati ile bakanları, ‘Türkiye gerçek bir çıkış bulacaksa bunun Türkiye’nin temel toplumsal damarını temsil eden muhafazakâr çizgiye şans verilmesi ile mümkün olacağına’ inananları hayalcilikle suçlayanlar vardı. Bugün yine eğer Türkiye bu rövanşist dalgadan kurtulacaksa bunun Cumhuriyetin kurucu aklının normalleşmesine, toplumun değerleri ile barışmasına ve bunu yapmaya çalışanlara şans verilmesi ile mümkün olacağına inananlar benzer kaderi mi paylaşıyor?
Ya da AK Parti’nin özellikle kuruluş aşamasında yaşadığı meşruiyet darboğazını aşmasına yardımcı olan kesimlerin yaşadıkları hayal kırıklıkları ve nihai mağduriyet bu sefer de CHP’nin ve sol damarın kendini yenileme çabasına destek verenleri bekliyor olabilir mi?
Daha önce yaşananlar ve AK Parti’nin tükettiği kredi başkasına kredi verilmesine engel mi? Bu soruların cevabını bilmek için kristal küre olmak gerek.
Ama belki de bu toprakların kaderi benzer iyi niyet ya da saflık sarmalları ve bu iyi niyetlere tavizsiz dava/ideoloji neferlerinin vuracağı darbelerle örülü.