Altılı muhalefet arkasını getirebilir mi?

Daha yolun başında muhalefet liderlerine “E şimdi sırada ne var?” demek haksızlık olabilir. Dolayısıyla soru hem biraz erken ama hem de sahici. Bunu açmak gerek.

Her şeyden önce muhalefet partisi liderleri zoru başardı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana, Yenikapı mitingini bir parantez olarak görürsek, şiddetli bir kutuplaşma ikliminden geçtik, hala da geçiyoruz. Bu kutuplaşma tamamıyla da durup dururken olmadı. Özellikle FETÖ’nün bu ortama katkısı inkâr edilemez.

Sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz’un kendisine verdiği krediyi de kullanarak bile isteye bir kutuplaştırma siyaseti güttü. Nedeni, niçini, nasılı ayrı mesele ama altı muhalefet partisinin bu gerilimli ortamda bir araya gelebilmeleri önemli başarı. Evet, başka demokratik ülkelerde farklı partilerin yan yana gelmesi olağan ama mesele Türkiye siyaseti olunca en son ne zaman böyle bir fotoğraf görmüştük insanın aklına hemen bir örnek gelmiyor.

Sonuçta liderler bu randevuları ile sonuç ne olursa olsun bir eşiği aştılar. Toplantıdan çıkan metin de o masada olmayan birçok partinin itiraz edebileceği bir metin değil. “Tüm farklılıklarımızla beraber “biz” düşüncesini, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.” İfadesi liderlerin en kritik vurgularından biri.

28 Şubat’ta Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem üzerine hazırlanan ortak programın açıklanacak olması da somut bir sonuç. Ben olsam 28 Şubat tarihi tercih etmezdim ama anladığım kadarı ile grup toplantıları, bireysel programlar, fazla da geç bir tarihe bırakmamak endişeleri sebebiyle 28 Şubat seçilmiş. En azından 28 Şubat üzerinden sembolik bir mesaj vermek derdinde olunmadığını anlıyorum.

İşte burada yukardaki soru anlam kazanıyor. En fazla 2 hafta içinde kamuoyu sırada ne olduğunu sormaya başlayacaktır. Allah’ın bildiğini kuldan saklamak olmaz denir ya. Bazen siyasiler kamuoyunun en çok merak ettiği ve beklediği meseleyi yok farz edebiliyor.

Asıl beklenti üç başlıkta özetlenebilir. Birincisi ittifakın yapısı, ismi değişecek mi? Millet İttifakı’nın ismine bu kadar dokunulmazlık atfedilmesini anlamak zor. Hele de bunu ‘vatandaş Millet İttifakı’nı öğrendi yeni isim kamuoyuna yansımaz’ diye reddetmek ayrıca anlaşılmaz. Altı lider bir araya gelip ‘bundan sonra birlikteyiz ittifakımızın adı da budur’ dediklerinde kamuoyunun yeni ittifakın ismini ve yapısını algılaması en fazla birkaç hafta sürer.

Eğer isim değişikliğine siyasal olarak itiraz ediliyorsa ilk itirazdan daha anlamlı. Sonuçta Millet İttifakı iki başarılı seçim geçirmiş ve işlerliği ispatlamış bir yapı. Dolayısıyla bu isimle de devam edilebilir. Ama değişikliğin yeni partilerin katılımını ve 2018’de Millet İttifakı’na karşı çalışmış kişilerin iktidara karşı pozisyon almasını kolaylaştırır. Ama iki alternatif de dünyanın sonu değil.

En çok tartışma doğuran hususlardan biri de HDP ve Türkiye İşçi Partisi TİP’in masada olup olmaması meselesi. Kolay olan TİP’in neden olmadığını anlamak. Zor olan TİP’in neden o masada yer almak istediğini açıklamak.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş ‘Türkiye o masaya sığmaz” dedi. O masanın da benim anladığım kadarı ile tüm Türkiye biziz diye bir iddiası yok zaten. İYİ Parti çizgisi ile on yıllardır kavgalı ve karşı uçlarda olan, Babacan’ın küresel ekonomi anlayışına kökten karşı, Davutoğlu’nu yargılamak isteyen, Karamollaoğlu’nun ve masadaki birçok ismin hassas olduğu dini yapıları mümkünse yer yüzünden silmek isteyen TİP o masada ne diyecek cidden anlamış değilim.

HDP’nin durumu biraz daha karışık. Eğer altılı yapı iktidara karşı kesin bir başarı amaçlıyorsa, HDP’yi içine almasa bile yok saymaması gerekiyor. Bu zor bir denge. Ancak HDP’nin kendisi zaten sol partilerle bir üçüncü yol arayışında. Hem üçüncü yol aramak hem de Millet İttifakı’nda niye yokuz demek çelişki. Muhtemelen muhalefetin siyasal olarak en zorlanacağı konu HDP ve Kürt meselesi dengesini kurmak olacak.

Diğer iki başlıktan ilki ortak aday. Eğer partiler bir ittifak yapısında anlaşır, ortak bir vizyon ortaya koyar, kendilerini bağlayan bir programı ilan ederlerse ortak adayın kim olduğu hem daha az önemli olur hem de üzerinde daha rahat uzlaşma sağlanır. Yoksa aday tek başına her şeyi şekillendirebilir ki ortada bir program yoksa bu kadar güçlü bir koltuğa aday olan kişi de kesin belirleyici olmak ister.
Son mesele ise ola ki seçim kazanılırsa zaten üzerinde anlaşılmış programın nasıl hayata geçirileceği. Ama sanki ilk iki adım atılmadan buna sıra gelmesi zor.

Bitirirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altı parti Cumhur İttifakı’na girebilir mi sorusuna verdiği “Haşa. Öyle bir şey olur mu? Böyle bir şeye benim kendi tabanım da müsaade etmez” cevabı geldi.

Daha önceki onlarca örneği düşününce bu açıklamayı çok büyütmemek gerektiği ortada. Zillet İttifakı dediği İYİ Parti’ye davette bulunan, bu can bu tende oldukça Brunson serbest kalamaz diyen Erdoğan’ın bu sözlerini de bağlayıcı görmemekte fayda var.

Görünen o ki daha seçime zaman var, köprünün altından akacak su da çok. Ancak muhalefet liderleri için saat biraz daha hızlı işliyor.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum