Anıtkabir’de akreditasyon

29 Ekim kutlamaları sırasında Fox Tv, Cumhuriyet ve ANKA muhabirleri Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın talimatı ile Anıtkabir’deki törenlere alınmadı. Haliyle uygulamaya programa alınmayan basın kuruluşları, gazetecilik meslek örgütleri tepki gösterdi. Hükümeti halkın bayramı olan Cumhuriyet Bayramı’nı tekeline almakla suçladı.

Akreditasyon uygulaması Cumhuriyet tarihinde bir ilk değil. İktidarlar daha ilk günden beri bilgi tekelini ellerinde tutmanın ve kamu otoritesi kullanmanın ayrıcalığını her zaman kullandılar. Tek parti döneminde İstiklal Mahkemeleri’nde yazdıkları yüzünden yargılanan gazetecilerden kapatılan yayın organlarına, çok partili dönemle birlikte yine yazdıkları haberler yüzünden yargılanan hatta hapse girenlere kadar tarihimizde bunun yüzlerce örneği var. Bugün iktidarın 20 yılı bulması ile basın en zor dönemlerinden birini yaşıyor ama aslında hiç bitmeyen bir kavga var.

Akreditasyon deyince, bir de Cumhurbaşkanlığı’nın akreditasyon uygulaması deyince Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in dönemini düşündüm. Sezer, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan bir süre sonra basın toplantıları geleneğini sona erdirdi. Cumhurbaşkanlığı muhabirlerinden biri olarak hatırlarım. Cumhurbaşkanı’nın günlük programında hele de yabancı heyet programlarında basın toplantısının yerini ‘basına hitap’ almıştı. Anlamı ‘gelin, ne söylediğimizi dinleyin onu yazın, soru filan da sormayın’ demekti.

Sezer zaten havaalanları ve bu tür dış temaslar dışında basının karşısına çıkmayan, modern demokrasilerdeki tabirle basın üzerinden halka hesap vermeyi sevmeyen bir figür olunca istediği yasayı veto eder, istediğini onaylar, bununla ilgili de kendisine soru soramazdık.

Aşağı yukarı Erdoğan dönemi gibi aslında. Şimdi de ya hiç soru yok, ya sorulacak sorular belli, ya da uçaklarda olduğu gibi metin ufak düzeltmelerin ötesinde bir çok yerin neredeyse yeniden yazılmasından sonra kamuoyuna ulaşıyor.

Sezer ‘i takip eden Kanal 7 muhabiri olarak haber müdürüme, başörtüsünü serbest bırakması beklenen YÖK yasasını veto eden Sezer’e sorularımı sıralamıştım. Tabii içerik biraz sert olunca aldığım cevap ‘Allah aşkına, bir oraya girebiliyoruz, Genelkurmay’a zaten yasaklıyız’ olmuştu. Ben yine de soracağımı sormuş, hatta kameralar önünde tartışmıştım. Neyse ki akreditasyonum iptal edilmedi.

Ne o günün Sezeri, ne bugünün Erdoğanı demokrat ve basını seven liderler. Sadece arada makbul olanlar ve olmayanlar değişiyor. Bir de baskının dozu ve şekli.

Fark ise 2002’de ilk geldiğinde AK Parti’nin bu akreditasyon uygulamalarını kaldırması idi. Gezi olayları, AK Parti ve Erdoğan ile basın arasındaki husumetin körüklendiği ilk noktalardan olsa da bunun yeniden ciddi anlamda pratiğe dönmesi daha sonra kanlı bir darbeye girişecek kadar alçalabilen FETÖ’nün yayın organlarına karşı uygulanan kısıtlama idi. Özellikle son beş yılda ise akreditasyon artık değişen formlarda basın-iktidar ilişkisinin mütemmim cüzü oldu.

İktidar ile basın arasında yüzde yüz ideal bir denge belki de hiç mümkün değil. Bugün basının, gerek güçlü ve kapsayıcı meslek örgütleri gerek yasal düzenlemeler gerekse yerleşik geleneklerle korunduğu ülkelerde bile benzer sorunlar yaşanabiliyor. İktidarlar denetlenmemek ve kamu gücünü istedikleri gibi kullanmak, sivil toplum ve basın da iktidarları denetlemek istedikçe bu kavga devam edecek.

Dün itibariyle yaşanan gerilim ise bir yanda iktidarın basını kontrol etmek için bu tür hukuksuz ve keyfi sınırlamalardan başka aracı kalmadığını, basını kendisine bir düşman olarak gördüğünü ve akreditasyonu da bir intikam amacıyla kullandığını gösteriyor.

Diğer yanda ise Cumhuriyet’in ilanının 98. yılında Anıtkabir üzerinden yaşanan kutuplaşma yüzünden, bir asır sonra hala Cumhuriyet’in aslında ne olduğuyla, ne olması gerektiğiyle hem kuruluşta hem de aradan geçen bir asırda yaşanan doğrular ve yanlışlar ile yüzleşebilecek ortamın çok uzağındayız. Kullandığı dil, tek parti döneminin siyaset tarzını sahiplenmesi, dar milliyetçilik anlayışı ve kendisinin dışında doğru kabul etmemesi ile bu yüzleşmenin önünde en büyük engel olarak da bugünkü iktidar duruyor.

Kimliksel nefret mitingleri olarak yükselen cumhuriyet mitinglerinde farklılıklara, demokrasinin gereklerine tahammül edemediğini ortaya koyan bir zihniyetin yanına; bu ‘öteki’den beslenen ve kendi doğrusunu kimi zaman aynı argümanlarla ve sembollerle kendisi gibi olmayanlara dayatan şimdiki iktidarın yaklaşımı yerleşti. Bu kalıplardan sıyrılıp ortak rasyonel bir asgari müşterekte buluşabilmemiz, cumhuriyetin ikinci asrına girerken en büyük kazanımımız olacak.

YORUMLAR (33)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
33 Yorum