Biden randevusunun kodları
Türkiye ABD ilişkilerinin bir altın çağı yok. Obama döneminde AK Parti’nin ABD ile en parlak yıllarında bile İran ya da Suriye konularında anlaşmazlıklar hep oldu.
2002’den bu yana Irak meselesinde taraflar hiçbir zaman tam olarak mutabakata varamadılar. İlk başta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinden bir gerilim vardı. Sünnilerin siyasi sisteme nasıl katılacakları, İran’ın ülkedeki etkisi, Maliki’nin başbakanlığı, güvenlik konuları, Irak petrolü her zaman gerilime varan anlaşmazlık konularıydı.
İran, Türkiye’nin bölgedeki en önemli rakibi olmasına rağmen Tahran’a karşı da hiçbir zaman ABD ile aynı dalga boyunu yakalamak mümkün olmadı. Yaptırımlar, İran karşıtı askeri konumlanma, Kürecik radar üssü, İran’a karşı Sünni ülkelerin biraraya gelmesi ile bölgesel dengelerin diplomatik mühendislikle şekillendirilmek istenmesi Ankara tarafından hassasiyetle karşılandı.
Bugünkü anlamıyla ilişkilerin başlangıç noktası olarak Soğuk Savaş’ın başını alırsak Kıbrıs müdahalesinden, Türkiye’yi küçük Amerika yapmak isteyen Menderes’e kadar ittifakın dokusunu bu gerilim temelli işbirliği dokudu.
ABD’nin bölgedeki hem en yakın müttefiklerinden biri hem de Orta Doğu’daki tek taraflı tahakkümünün önündeki en kritik engellerinden biri Türkiye oldu.
Ama tüm bu zamanlarda gerilim ne kadar yükselirse yükselsin taraflar her zaman biraraya gelip konuşacak bir zemini korudular. Türkiye’ye rağmen, Suriye’de PKK’yla bağlantılı bir örgütü destekleyen Washington, diplomatik görüşmelerde ‘haklısınız ama bir de bizi dinleyin’ cümlelerini kurdu. Tahran’la yakın ilişkilerini Washington’a rağmen yürüten Ankara ise ‘endişenizi anlıyoruz ama biz komşuyuz’ mantığı ile davrandı. Sahadaki gerçeği değiştirmese de karşılıklı empati bir nebze korundu.
Bugüne geldiğimizde S-400 konusu ve son 4 yılda özellikle Rusya ile geliştirilen asimetrik ve jeopolitik uyuşmazlık mantığı üzerine inşa edilen ilişkiler Türk – Amerikan ilişkilerinin en önemli gerilim noktalarından birine dönüştü. Küresel siyasetin, büyük güçler rekabetinin parametreleri üzerinden yeniden yapılandığı bir dönemde Türkiye ve Rusya’nın güvenlik ve jeopolitik başlıklarındaki işbirlikleri Türkiye – Batı hattında gerilim üretmeye devam edecek.
Amerika Dışişleri Bakanlığı’na yakın bir ismin tabiri ile Amerikalılar, Erdoğan’ın çantasındaki tüm oyun planlarının farkında. Geçici uzlaşmalarla süreci uzatmak, kişisel ton yükseltmelerle ilişkileri kesme tehditleri, başka aktörler üzerinden mesajlar göndermek, arka kapı diplomasisi ile manevra alanı genişletmek, İncirlik’in kapatılması opsiyonu… Özellikle son maddeyi Türkiye o kadar çok dile getirdi ki karşı taraf alternatif birçok planı hazırladı bile. Bunun her iki tarafa da maliyeti olur ama kullanım değeri fazlasıyla düşürüldü.
Amerikan tarafının bugüne kadarki tavırları, Brüksel’deki görüşmeye ilişkin olumlu işaretler vermiyor.
Şimdi Türkiye ‘olumlu gündem yokluğu’ ile sıkışmış ilişkilerde kendi alanını genişletmek için elinde kalan hemen hemen tek unsura başvuruyor. Asker ihracı. Kabil havalimanının korunmasını üstlenerek üzerinde konuşacak müspet bir ajanda oluşturulmaya ve Türkiye’nin NATO’daki rolü üzerinden yeniden ilişkileri anlamlı kılma çabası var.
Pazartesi günkü görüşmede iyi senaryo, Türkiye’nin S400 konusunda kilitlenen ilişkileri açacak bir senaryo ile gitmesi. Ukrayna ve Afganistan ilişkilerdeki iklimi yumuşatsa da kilit mesele hala S400’ler. Ankara’nın bu tavizinin karşısında istediğini alma ihtimali ise çok yüksek değil. Özellikle Halkbank konusunda Erdoğan’ın Biden’dan istediği garantileri alması zor.
Amerika tarafı G7/NATO/Rusya üçgeninde Biden’ın ilk “yurtdışı doktrin turunu”” Ankara ile yaşanacak gerilimlerin gölgesinde bırakmak istemeyecektir. Kameralar önünde verilecek pozlar, eğer çok menfi bir anlam içermiyorsa Türkiye tarafından içeriye bir güç projeksiyonu olarak lanse edilmek istenir. Görüşme sonrasında muhtemelen yazılı yapılacak açıklamada ise söylenenler kadar söylenmeyenler önem taşıyacaktır.
Peki buraya neden geldik? 2016 sonunda başlayan süreçte alınan ve paranın yok zamanında iki milyar dolar ödenen S400’ler hiç kullanılmadı. Kullanılıp kullanılmayacağı ise belirsiz. Türk hava kuvvetlerinin bölgesindeki üstünlüğünü sürdürülebilir kılacak kritik F35 projesinden Türkiye dışarda bırakılmış durumda. İHA/SİHA teknolojilerinin bambaşka bir kulvarda olduğu F35’leri ikame etmesi ise imkânsız. Ermeni soykırımı iddialarında yıllardır direnilen ‘soykırım’ sözcüğünün kullanılmasına yok muamelesi yapıldı.
Türkiye; bir zamanların demokrasi, hukuk devleti ve ekonomik güç üzerinden tanımlı ‘soft power’ vurgusundan döne dolaşa Kore’ye asker göndererek 1952’deki NATO üyeliğine kapı açan askeri güç katkısı parametresine dönmüş durumda. Bir zamanlar kendini Ahmet Davutoğlu’nun tabiri ile ‘merkez ülke’ olarak tanımlayan Ankara’nın yine NATO’nun karakolu konumuna gelmiş olmasını Biden görüşmesi sonrası daha da detaylı düşünmek gerekecek.