Bırakmanın da erdemlisi makbul

2021 yılında iki ülkede; uzun yıllar görev yapmış ve kişisel kariyerleri ile ülkelerinin kaderini bir yerde eşitlemiş, toplumlarında önemli destek bulmuş, uluslararası platformlarda ülkelerinin algısı ile kişisel algılarının neredeyse aynılaştığı iki başbakanın gidişine şahit olduk.

Binyamin Netanyahu 12 yıllık kesintisiz başbakanlığına 3 yıl da önceki başbakanlık kariyerini eklersek 15 yıl İsrail’de icranın başındaydı. Görev yaptığı sürede hem tartışmalı kararlar aldı, muhaliflerini tasfiye etti, çatışmacı bir üslup kullandı, birçok askeri operasyonla yüzlerce sivili öldüren operasyonlara imza attı, adı yolsuzluklarla anıldı, hem de tüm bunlara rağmen sadık bir seçmen kitlesine sahip oldu.

Öyle ki Netanyahu görevden ayrılmadan hemen önceki seçimlerde hala 120 sandalyeli İsrail parlamentosunun 30 üyesini kazanıyordu. Zaten hükümet değişikliği de kıl payı ‘beş benzemezin’ bir araya gelmesi ile ve neredeyse sadece ‘Netanyahu bir gitsin de nasıl giderse gitsin’ anlaşması ile mümkün oldu. Netanyahu gidişiyle değil ‘gitmemesiyle’ ülkesinin tarihine geçti.

Bu hafta izlemişsinizdir. Almanya’da da son bakanlar kurulu toplantısında çektirdiği aile fotoğrafında baklavaya benzeyen klasikleşmiş el hareketi ile, en önde, sakin bir başbakanın gidişini gördük.

Angela Merkel 2005’te Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilk kadın başbakanı olarak başlayan görevini 16 yıl kesintisiz iktidarın ardından kendi isteği ile bırakıyor. Yaşı da 67. Türkiye’deki siyasiler için neredeyse ‘daha durun yeni başlıyoruz’ dönemi.

Öylesine beklenen ve yönetilebilen bir süreçti ki, Merkel Ekim 2018’de parti toplantısında yeniden parti başkanlığına aday olmayacağını açıkladı. O günden beri Almanya kendini yeni başbakanına hazırlıyor. Ortada sağlık sorunu, dış güçlerin operasyonu, Merkel’i devirmek isteyen hain muhalefet, içerde ‘Merkelsiz Almanya’ kurgulayan işbirlikçiler filan da yok.

Merkel’in başbakanlığı içeriği açısından elbette tartışılabilir. Onun başbakanlığı döneminde Avrupa Birliği büyük ekonomik krizlerle baş etmek zorunda kaldı, yeni üyelerle genişledi, mülteci krizi ile uğraştı. Günün sonunda Avrupa’da en çok mülteci kabul eden ülkenin başındaki isim olarak diğer ülkelerin yükünü sırtladı, içerde siyasi maliyet ödedi. Bunu son tahlilde kendi ülkesinin çıkarını AB’nin güçlü olmasında gördüğü için yaptı. Fakat eleştiriler sorunları suhuletle yönetebildiği gerçeğini değiştirmiyor.

Bizim kültürümüzün ‘mutlaka ben önde olmalıyım, tüm başarı benim haneme yazılmalı’ komplekslerinden uzak amaca ve sürece odaklandı, spot ışıkları altındaki kutlamaları başkalarına bıraktı. Günün sonunda kalıcı olan onun aklındaki plandı.

Siyasi hırslardan uzak birinden bahsetmiyorum. Sadece kendisini Alman siyasetine sokan, onu bakan yapan Helmut Kohl’ü nasıl tasfiye ettiğini, öyle ki Kohl’ü sevenler tarafından ‘baba katili’ olarak anıldığını bilmek yeter Merkel’in siyasi aklını okumak için.

Tarihi savaşlarla yoğrulmuş, çevresindeki komşuların kendileri ile acı hatıralar yaşadığı, ekonomileri ile ayrışan, farklı yönetim tecrübelerine sahip, yine koalisyonlarla yönetilmek kaderleri haline gelmiş farklı coğrafyalarda iki ülke.

Birinde popülist bir başbakan ancak bütün ülkenin dört kez seçime gitmesiyle, karşısındaki neredeyse tüm aktörlerin sadece o gitsin diye bir araya gelmesi üzerine ve tabiri caizse kavga dövüş görevi bıraktı. Gitmemek için her yolu denedi. Ben gidersem sonrası tufan diyerek ülkesine korku saldı. Akıbeti değişmedi.

Merkel, ‘yeter artık, benden bu kadar’ dedi. Üstelik arkasındaki toplumsal destek en azından bizdeki standartlara göre bırakmasını gerektirmiyordu. Partisi ondan sonra gelecek olanı bulabilmek için epey mesai harcamak zorunda kaldı. 16 yıldır onun liderliğinde ülkeyi yöneten partisi seçimler sonunda iktidarı kaybetti. Ama ne toplum ayaklarına ‘bizi bırakma’ diye kapandı, ne partisi onun adamları ile diğerleri arasında kan davası yaşadı, ne de giderken arabasına teneke bağladılar. Tam tersine görevi boyunca olduğu gibi sadeliğin egemenliğinde, saygıyla ülkesi onu emekliliğine uğurluyor.

Haliyle insan dönüp bir de kendisine bakıyor. Elbette geçmiş tecrübeler, kültürler, aktörler başka başka. Her örnek diğerinin aynısı istese de olamaz. Ancak önümüzde iki ülke iki yaşanmışlık duruyor. Bizde de 20 yıl kesintisiz süren bir iktidar var. Görev değişikliği ise hem sistemin bir gereği hem de kaçınılmaz kader. Bu ikisinden hangisine benzeriz ya da kimsenin aklına gelmeyen üçüncü bir yola mı saparız? Benim kendimce cevabım var ama sorular zor.

Almanya örneğini tek cümle ile özetlemek ne kadar mümkün bilmiyorum ama ‘sakince bırakmak da bir erdem.’

YORUMLAR (22)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
22 Yorum