Büyükelçinin gözünden Suriye

40 yıla yaklaşan Dışişleri memurluğu hayatının büyük bölümünü ya Şam’da ya da Ankara’da Suriye dosyasına bakarak geçiren emekli büyükelçi Ömer Önhon en kritik dönemlerinde bulunduğu Suriye’yi kendi gözünden anlattığı hatıralarını yayınladı.

Dünyada oldukça sık rastlanan büyükelçi hatıraları bu konularla ilgilenenler için altın değerinde. Türkiye’de ne yazık ki emekli büyükelçiler hatıralarını kaleme almaya pek de gönüllü değiller. Yazılanlar da istisnalar dışında ya sadece mesleki anekdotlarla örülü ya da fazlasıyla siyasi bir çerçeveye oturuyor. Mesleki yaşanmışlıkları içeren, profesyonel dengeyi kaçırmayan, beraberinde de analitik değerlendirmelerle yılların birikimini aktaran hatıralar bu nedenle çok kıymetli.

Ömer Önhon’un Remzi Yayınları’ndan çıkan ‘Büyükelçinin Gözünden Suriye’ bu anlamda önemli bir katkı ve Suriye ile ilgilenenlerin kaçırmaması gereken bir eser.

Kitapta Kasım 1985’ten itibaren güney sınır komşumuzdaki süreç bir diplomatın gözünden anlatılıyor. PKK lideri Abdullah Öcalan nedeniyle yaşanan gerilimden, Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad’ın ölümüne ve cenaze törenine, Cumhurbaşkanı Sezer’in çok önemli Şam ziyaretine kadar birçok detay bulunuyor.

Özellikle Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde ikili ilişkilerin nasıl geliştiğinin detaylı bir kronolojisini kitapta bulmak mümkün. Elbette Arap Baharı sırasında Suriye Devrimi’nin başlangıç noktası Dara olayları ve arkasından yaşananlara dair Önhon’un anlattıkları bugünü ve Türkiye’de süren tartışmaları anlamak açısından önemli.

Önhon; kendi anlattıklarına bakıldığında resmi yazışmalar, diplomatik müzakereler ve resmi toplantılara hapsolmayan bir profil çiziyor. Bu da Suriye Devrimi konusunda anlattıklarını daha da anlamlı kılıyor.

Halkın rejime karşı isyanı başta Esad ve ailesine karşı değil bürokratlara ve yolsuzluk sistemine karşı gerçekleşiyor. Ordunun ilk gösterilere çok sert müdahalesi ise işi silahlı bir ayaklanmaya çeviriyor.

Suriye güvenlik güçleri ve şebbihalar silahsız sivillere ortada hiçbir gerekçe yokken herkesin gözleri önünde ateş açıyor ve büyükelçi Önhon da bu olanlara bizzat şahit oluyor. Esad rejiminin bu acımasızlığının Dara, Hama, Cisr El Şugr, Şam ve diğer yerlerdeki örnekleri de bu kitap vesilesi ile bir kez daha kayda geçiyor. Bu hatıralar da Suriye’deki olayların kontrolden çıkmasının sebebini dış müdahale ya da ayaklananların silaha başvurmasına bağlayan iddiaları çürütüyor. Suriyeli yöneticilerin kimi zaman olaylarla ilgili samimi itiraflarını kimi zaman da Türkiye’yi yanıltmak için başvurdukları manipülasyonları birinci ağızdan okumak mümkün.

Yine büyükelçinin anlattıklarını “Türkiye olayların dışında durmalıydı.” gibi coğrafi, tarihi, demografik ve siyasi gerçekleri göz ardı edip sanki bir oksijen çadırında diplomasi tarifi yapanların okuması şart. Tabii sadece okumak bir kısmı da mezhebi reflekslere dayanan önyargıları ne kadar değiştirir orası bilinmez.

Türkiye’nin Suriye’de yaşananların büyük güçlerin kontrolünde yoldan çıkmasına nasıl direndiğinin en ilginç anlarından biri Haziran 2012’de Birinci Cenevre Konferansı’nda gerçekleşiyor. Çok sayıda ülkenin katıldığı toplantıda BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi ülke bakanları ve Kofi Annan baş başa ayrı bir toplantı gerçekleştiriyorlar. Yani bir yerde katılan diğer ülkelere “Biz halledeceğiz, siz figüransız.” demeye getiriyorlar. Sonra yaşananları Önhon anlatıyor:

“Kısa bir süre sonra bu durumdan son derece rahatsız olan Davutoğlu ve Katar Dışişleri Bakanı ve yanlarında bizler, baskın şeklinde toplantı odasına girdik ve bulduğumuz yerlere oturduk. Odadakilerin yapacak bir şeyi yoktu. Bu şekilde [nihai metnin] yazım çalışmasına geçildi.”

Kitap boyunca Türkiye’nin Suriye meselesini çözmek için kendi girişimleri ve Arap Ligi’nden Rusya’nın inisiyatifine, Mısır’ın çabalarından BM süreçlerine kadar hepsine koşulsuz verdiği destek detaylı bir şekilde anlatılıyor.

ABD’nin kapsayıcı olmadığı gerekçesi ile Suriye muhalefetinden sürekli şikâyet etmesini de büyükelçi “Bence sorun, Türkiye’nin daha ön planda olmasından ve ABD’nin ortama hâkim olamamasından kaynaklanıyordu.” sözleriyle açıklıyor.

Önhon’un aktarmadığı bir hatırayı da ben eklemiş olayım.

9 Ağustos 2011’de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun meşhur 7 saatlik Esad görüşmesi Önhon’un tabiri ile ‘siyasi bir başarı’ ile neticelenmişti. Esad’la ülkesindeki karışıklığı barışçı bir şekilde hâl yoluna koyması için bir yol haritası üzerinde mutabakata varılmıştı. Önce heyetler arası sonra baş başa görüşme sonrası Davutoğlu ve Esad bu yol haritasını heyetlerine yazdırdılar.

Gergin başlayan görüşme nispeten olumlu bir havada nihayetlendi. Türkiye heyeti olarak büyükelçiliğe doğru hareket ettik. Sefarette Büyükelçi Önhon’un odasında yol haritasını tekrar gözden geçirdik. Yorucu bir müzakere sonunda kritik bir dönemde önemli bir mesafe kazanılmıştı.

Yol haritası bir başarıydı belki ama asıl önemli olan Esad’ın bunu uygulayıp uygulayamayacak olması idi. Bakan Davutoğlu Büyükelçi Önhon’a dönerek olumlu bir cevap duyma umuduya ‘Ne dersin uygulayabilecek mi?’ dedi.

Önhon, cevabını vermeden önce işaret parmağı ile tavanı ve duvarları göstererek dinlenildiğimizi ima etti. Sonra kaşlarını yukarı kaldırarak ‘Keşke efendim ama çok zor’ dedi.

Keşke büyükelçi haksız çıksa idi.

YORUMLAR (45)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
45 Yorum