Cübbeyle kefen arasında sıkışmış ülke

Hafta sonu İstanbul Barosu seçimlerinde mevcut Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu 8479 oyla yeniden seçildi. Durakoğlu, bir meslek örgütü genel kurulundan ziyade siyasi kutuplaşmanın hesaplaşma seansına dönen seçimler tamamlanıp sonuçlar açıklanınca destekçileri ile birlikte ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganları ile zaferini kutladı.

Hukuk tam da militarizmin antitezi olması gerekirken, avukat cübbesi giymiş kişilerin asıl özentilerinin en azından söylemlerinde askeri üniforma giymek olmasından alınması gereken çok ders var. ‘Askerler siyaset yapmak istiyorsa üniformalarını çıkarıp siyasete girsinler’den sivil koltuklarda oturanların kendilerine üniforma beğenmeye başladığı bir döneme evrilmek Türkiye’nin geleceği açısından iyi işaretler vermiyor.

Her şeyden önce İstanbul Barosu Genel Kurulu sağlıklı bir ortamda yapılmadı. İktidar kongreleri ve toplantıları lebalep dolu salonlarda düzenlenirken baro genel kurullarını bir yıl boyunca erteleyen siyasi baskı süreci yaşandı. Üstüne çoklu baro düzenlemesi ile daha da politize olan, baro başkanlarının Ankara’ya yürüyerek giremedikleri toplumsal kutuplaşma havasından etkilenen bir anti-iktidar psikolojisinde gerçekleşti seçimler.

Eğer bazı muhafazakâr genç avukatların bile kendini solda tanımlayan gruplara destek verdiği bu atmosfer olmasa idi sonuç değişir miydi ayrı muamma. Ama Türkiye çapında sağ-sol eksenli kutuplaşma şimdiye kadar Erdoğan’a yaradı ise İstanbul Barosu ekseninde de tersi bir dinamiğin varlığı aşikâr.

Türkiye’de yüzde 85 katılımın olduğu seçimlerde yüzde 50+1’i alanın her hakka sahip olduğu ve otoriter eğilimleri beslediği bir sistemi tek adamcı olmakla eleştiren bu grup şimdi katılımın yüzde 50’yi ancak bulduğu İstanbul Barosu seçimlerinde yüzde 30’la seçilmenin konforunu yaşayacak.

Aslında o kadar konforlu da değiller. Zarların kendi lehlerine olduğu sistemde bile 16 yıl aradan sonra ilk kez kongre divanı seçimlerini kaybettiler. Üstüne yönetim olarak ibra edilmeme tehlikesinin de kıyısından döndüler.

Kaldı ki 21 yıldan daha fazla kıdemi olan yani AK Parti iktidar olmadan önce mesleğe başlayan avukatların oyunu alırken genç avukatların sandıklarında 3. sıraya kadar gerilemiş olması bu damarın artık toplumun gerisinde kaldığını gösteriyor. Neredeyse aynı siyasi görüşlere sahip olmasına rağmen bu militarist ve ideolojik yaklaşıma tepki duyan kesimlerin farklı oy tercihlerinde bulunması; İstanbul Barosu yönetiminin, bırakın toplumdaki dönüşümü sol adına CHP’de yaşanan dönüşümün de dışında kalan, ülkesinin temel dinamiklerine yabancı, sloganlara sarıp sarmalanan bir seçimle bir kez daha göreve geldiğini de gösteriyor.

Daha çok mesleki önceliklerle hareket eden, her siyasi görüşten avukatların yer aldığı, sosyal medya üzerinden delegelere ulaşan Avukat Hakları Grubu’nun oylarını yüzde 140 artırarak 6400’e ulaşması; ilk kez seçime giren Bağımsız Avukatlar Grubu’nun bine yakın oy alması mevcut anlayışın sona yaklaştığının işareti. Bağımsız Avukatlar hem muhafazakâr bir duruşu temsil ediyor hem de AK Parti’nin politikalarına itiraz ediyor, çoklu baro önerisini de reddediyorlar. Bu damar da geleneksel AK Parti tabanındaki ayrışmanın mesleki düzlemde yansıması gibi.

Bir de küskün avukatlar var. Çoklu baroya karşı çıkan, bu yüzden AK Parti’de iken dışlanan ya da barodaki hâkim anlayıştan haz etmeyen fakat artık baro seçimlerinde oy kullanmaya dahi gelmeyen, yaşananlardan sıktı sıyrılmış bir grup bulunuyor. Ülkenin en okumuş ve hukukla en içli dışlı olan kesimlerinden biri, bırakın ülkeyi kendi barosundan bile umutsuzluk içine düşmüş durumda.

Türkiye’de yargı sisteminin can çekiştiği doğru. Tecrübeli avukatların ‘’çocuk hâkim-savcı” diye tarif ettiği tecrübesiz ve siyasi referanslarla göreve gelen yargıçlar ve savcılar eliyle işlenen hukuk cinayetlerine her gün yenisi ekleniyor. İktidarın FETÖ’den intikam almak adına yargıyı kendi uzantısına çevirmesinin tamiri uzun yıllar alacak. Ama bu yaşanan problemin çözümü 367 garabetine imza atan, Genelkurmay karargâhında aldığı brifingler doğrultusunda karar veren, DGM’lerde anti-demokratik uygulamalara imza atan ve her türlü hukuksuzluğu ideolojik örtüler altında gözünü kırpmadan uygulayabilen eskinin kötü tecrübeleri de değil.

Nitekim Durakoğlu “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları eşliğinde yaptığı zafer konuşmasında da daha iyi avukat olduğu, sorunları çözeceği, avukatların haklarını koruyacağı değil omurgalı olduğu için seçildiğini söyledi. Aynen ülkeyi iyi yönetemeyenlerin yerli ve milli oldukları için seçilmelerini beklemeleri gibi.

Bir yanda siyaset yapmayı, desteklediği siyasi partiye arka çıkmayı kefen giymeye indirgeyen, öte dünyaya ya da tarihin anlatılarına referansla bugünün başarısızlıklarını örten bir iktidar var. Karşısında ise hukuku ve sivilliği temsil eden cübbesini militarize bir yaklaşımla ideolojik vesayetin emrine sunan dogmatik bir ‘son kale’ savunucuları duruyor.

Kefenle cübbe arasındaki bu sıkışmışlığı aşacak çoğulcu bir siyaset üretilemediği sürece de sadece ülkenin savrulduğu doğrultu değişecek.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum