Dev birikimin tek kişinin kaderine kalması

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Yüksek Seçim Kurulu’na adaylık başvurusunu vermesiyle seçimin adı resmen konmuş oldu. Türkiye, 13. Cumhurbaşkanının Recep Tayyip Erdoğan mı Kemal Kılıçdaroğlu mu olacağına karar verecek.

Aslında varılan nokta, Türk siyasetinin on yıllardır alternatif bir aktör üretememiş olmasının ilanı.

AK Parti’nin gerek uzun iktidar süreci gerek hem yerel hem merkezi yönetimdeki tecrübesi ile çok sayıda yeni yüzü siyasete kazandırması beklenirdi. Türkiye’nin en büyük sosyoekonomik ve kimlik tabanına yaslanması da bunu mümkün kılıyordu.

Hareketin geçmişindeki yaygın sivil toplum tecrübesi, yerel yönetimlerde Konya ile başlayan ama diğer merkez sağ pratiği de katarsak geniş bir siyasetçi havuzundan beslenen yapısı, kendi tabanı ile cemaatler ve tarikatlar arasındaki geçişken insan sermayesi ile yeni isimler bulunması için önemli bir zemin vardı.

Özal döneminde Türkiye’nin dünyaya açılmasının da etkisi ile yurtdışında eğitim görmüş görece az ama nitelikli bir kesimin AK Parti’nin iktidara geldiği dönemlerde erişilebilir olması da harekete içerik katan bir faktördü.

2002’de başlayan iktidarının ilk dönemlerinde tüm bu sermayenin gerek siyasette gerek bürokraside imkanlar ölçüsünde geniş olarak kullanıldığına şahit olundu. Fakat siyasal kurumsallaşma yönünde atılan bu adımlar bir noktada yavaşladı ve gerilemeye başladı.

AK Parti’nin ilk iki dönemdeki tecrübesini yeni isimler arasında örgütleyememesinin kabaca birkaç ana kırılma noktasını sayabiliriz.

FETÖ’nün bir ahtapot gibi bürokraside kendisinden başka, sadece AK Parti değil toplumun hiçbir kesiminden kimsenin yükselmesine izin vermemesi yapısal olarak en temel engellerden biri oldu.

Genç ve yetişmiş bir damarın öne çıkabilmesi Erdoğan’ın kontrolünün de dengelenmesine bağlı iken 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gerek görev süresinin sonunda gerekse de 2018’de adaylığı gündeme geldiğinde adım atmakta kararsız kaldı.

Gül sadece adaylık süreçlerinde değil 2014 yılında görevden ayrıldığı andan bu yana Türkiye’nin en temel meselelerinde büyük kırılmalar yaşanırken zorlama ve mecburi istisnalar dışında neredeyse sesini çıkarmamayı tercih etti. Gül’ün bu tavrı kendisinden sonra gelebilecek yeni yüzlere ne alan açtı ne de ondan bağımsız olarak var olabilecek kişilere bir katkıda bulundu.

Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlık süreci, siyasetin teşkilat kaynaklı doğal dinamiklerinden bağımsız şekillense de işin başında AK Parti’nin kurumsallaşması ve alarm vermeye başlayan tek adam mantığının dengelenmesi için bir umut olarak görüldü.

Belki de Erdoğan’ın frenlenmesi için çok geçti ancak bunu anlamak en azından o gün pek mümkün değildi. Davutoğlu’nun iddialı kişiliği Erdoğan’ın tavizsiz otoritesi ile çarpışınca parti ve ülkede daha hâkim olan aktör siyaseten var olmak için gerekli kavgayı ilkesel gerekçelerle vermemeyi tercih eden aktörü tasfiye etti.

AK Parti’nin dönüşümünün en önemli kırılma noktalarından birinin Erdoğan için görece maliyetsiz atlatılması ile Berat Albayrak ve çevresinin geniş konsolidasyon süreci başladı. Davutoğlu ile birlikte bürokrasi ve siyaset koridorlarında hareketin önemli bir insan sermeyesi de kadro dışı kaldı.

Sonrasında görünürde Erdoğan’a ama pratikte Berat Albayrak’a bağlı bir insan yapılanmasına gidildi.

AK Parti’nin arkasını yasladığı tabandan kalifiye insan devşirebilme kapasitesini tümüyle dumura uğratan ise uzayan iktidar sürecine bağlı rant odaklı siyaset ve 15 Temmuz oldu.

Darbe girişimi hem muhafazakâr mahalle için hem de kendi varlığını milletin önceliklerinin üzerine koyan devlet geleneği açısından travmatik bir tecrübe oldu.

Alnı secdeye gitmenin güvenilmek ve liyakat açısından tercih edilen bir kriter olmaktan çıkması muhafazakârlar arasında ilkesel bağların hiç olmadığı kadar aşınmasını beraberinde getirdi. Varlığı ile kendi dışındaki cemaat ve benzeri organizasyonları yıpratmayı hedefleyen FETÖ bu amacına en çok kendi sonunu da hazırlayan 15 Temmuz darbe girişimi ile yaklaştı.

Kendi varlığını ve kurumsal ideolojik bütünlüğünü korumak için toplumun her kesimine farklı geçişkenlik hakları tanıyan, askeriye ve dışişlerine ancak kurucu ideolojiye en uygun makbul vatandaşların girebildiği Devlet ise bu kriterlerin doğrudan kurbanı oldu.

Makul çoğunluğu dışlayan ancak kendini gizleyerek var olan hastalıklı bir yapının eline düşen devleti 15 Temmuz gecesi millet sokaktan topladı.

Sonrası ise Erdoğan’a kendi güvenliğine hizmet etmeyecek tüm aktörleri silikleştirme, ellerindeki toplumla etkileşim imkanlarını alma ve Cumhurbaşkanı’na bağlılık dışındaki meşruiyet araçlarını yok etme fırsatı verdi.

14 Mayıs seçimleri yaklaşırken bir dönem tek nefeste onlarca aktörü sayılabilen bir hareket; kendisi dışındaki tüm isimleri tasfiye eden, anlamsızlaştıran, etkisizleştiren ve sonunda tek başına kalan Erdoğan ile seçimlere gidiyor. Üstelik kendisinden sonra kim olur sorusu ise spekülasyonlardan öte cevap verilemeyen anlamsız bir boşlukta asılı duruyor.

Erdoğan kazandığı takdirde ise aktörsüzleşme bir mahalleden ve tek siyasi hareketten toplumun kalanına genişleyebilir.

İleriye bakıldığında, Türk siyasetinin geleceğinin ne olduğu belirsiz. Ülkenin yönetim, ekonomik istikrar ve kutuplaşmanın asgari düzeyde olduğu uzlaşmış bir toplum olabilme açısından önemli zorluklarla karşı karşıya olduğu açık. Bu zorlukların üstesinden gelmek için Türkiye'nin yeni nesil liderler yetiştirmenin yollarını bulması, daha kapsayıcı ve hesap verebilir bir siyasi sistem oluşturması gerekecek.

YORUMLAR (20)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
20 Yorum