Dünyanın seçimi, Türkiye’nin (İstanbul’un) seçimi

5 Kasım’da ABD’de gerçekleşecek seçimler sadece ABD için anlam ifade etmiyor. “Onların seçiminden bize ne, biz kendi seçimimize bakalım” diyenler var elbette. Ama bu tepki “Dolarla mı kazanıyorsun, sana ne dolardan?” cümlesi kadar saçma ve anlamsız.

Herkesin cebindeki telefondan, arabaya doldurulan yakıta kadar ABD doları üzerinden para harcanan bir sistemde kimsenin böyle bir lüksü yok. Keşke olsa.

ABD hegemonyasının ve Amerikan dolarının belirleyiciliği üzerinden kurulan sistemin adaletsizliği ile sistemin egemen konumu birbirinden tam olmasa da farklı başlıklar.

Uzun lafın kısası kim kazansa küresel süreçler için “iyi” olacağı tartışılsa da ABD’deki başkanlık seçimleri başta Ortadoğu’daki savaşın nasıl devam edeceğinden Çin ve Rusya’nın sonraki konumlarına kadar birçok başlığı etkileyecek. Dolayısıyla ABD seçimi sadece Amerikan vatandaşlarını ilgilendirmiyor.

2024 boyunca tek seçim ABD değil. Yıl boyunca 40 ulusal seçim yaşanacak. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı sandığa gidecek.

Oy kullanma silsilesi Tayvan ile başladı ABD seçimleri ile sona erecek. Endonezya’dan Hindistan’a, Güney Afrika’dan İngiltere’ye kadar onlarca ülkedeki seçimler ve sonrasında iktidara geleceklerin kimliği küresel atmosfere rengini verecek. Hiçbiri tek başına ABD seçimleri kadar etkili olmasa da otoriter/popülist liderlerin nerelerde ne kadar hâkim olacakları ya da olamayacakları nihayetinde önce kendi bölgelerini sonra da dünyayı etkisi altına alacak.

Nitekim geçen yıl Ekim ayında Polonya’da ülkeyi uzun süredir yöneten popülist iktidarı mağlup eden Sivil Koalisyon’un seçim zaferi Varşova’yı aşan bir anlam kazandı.

Elbette yapılacak seçimlerin ne kadarı gerçekten hakkıyla seçim ne kadarı sadece mevcut liderlerin sandık marifetiyle baskıcı iktidarlarını sureta teyit ettirme süreci ayrı tartışma konusu.

Dünyada adı demokrasi olan birçok ülke aslında kendine demokrat. Mesela Türkiye birçok endekse göre demokrasilerden çok otoriter rejimlere daha yakın.

Economist’in sınıflandırmasına göre son on yılda asgari ücretten altyapı kriterleri gibi ölçülebilir çoğu başlığa kadar Türkiye’yi geride bırakan Bulgaristan 6.53 not ile kusurlu demokrasi iken Türkiye 4.35 ile hibrid rejim kategorisine giriyor. Yani Türkiye’nin, birisi arkadan hafif itse otoriter sınıfına girmesine ramak kalmış durumda.

Bizi kıskanan Avrupa ülkeleri ise ortalama 8 ve üzerinde notlara sahipler. Türkiye ile aynı not skalasındaki ülkeler daha çok Orta Asya ve Afrika kıtasındalar.

Ama elimizdeki vasat ve sistem bu. Dolayısıyla verili sistem üzerinden seçim değerlendirmesi yapmamız ve ona göre öngörülerde bulunmamız gerekiyor.

Bu tür analojiler kurmak her zaman sağlıklı olmasa da küresel olarak çok sayıda seçim içerisinde ABD’nin seçiminin kıymetini önceleyen mantık kurgusunu Türkiye’deki yerel seçimlerde de İstanbul özelinde kurmak mümkün.

31 Mart’ta 81 il ve 922 ilçede 64 milyon seçmen sandığa gidecek. Her seçimin ve her oyun kendi içerisinde önemi var. Ancak 1 Nisan sabahı gazete manşetlerini ve tarafların psikolojisini etkileyecek olan seçim bölgesi şüphesiz İstanbul olacak.

AK Parti dışında tüm siyasi partilerin aday olarak neredeyse en yıldız ve iddialı isimleri ile İstanbul seçimlerine hazırlanması da bu önemi teyit ediyor. AK Parti’nin görece daha iddiasız isimle seçime girmesinin iki anlamı var.

Birincisi ana aktör Erdoğan olduğu için sahayı onun domine edeceğine dair bir inanç var. İkincisi Cumhurbaşkanı Erdoğan, çevresinde siyaseten anlam ifade eden bir ismi o kadar istemiyor ki İstanbul’u kaybetme riski ile partide siyasi bir figürün öne çıkması arasında birincisini tercih ediyor. AK Parti terminolojisinde “uyum”, Türkiye ve küresel siyasi literatürde “mutlak itaat” Erdoğan için birinci sıraya yerleşmiş durumda.

İktidarın İstanbul seçimlerinde yeni seçmene ulaşmak gibi bir amacı da yok. Ana hedef uzun yıllardır yüzde 46-48 bandına yerleşmiş iktidar seçmenini yüzde 40’ın üzerinde tahkim etmek.

Muhalefette ise Ekrem İmamoğlu dışındaki aktörlerin ana hedefi bir önceki seçimde İmamoğlu’na oy veren seçmenden olabildiğince yüksek oy devşirebilmek. Yoksa ne İYİ Parti ne Zafer Partisi ne de muhtemel DEM Parti adayının hatırı sayılır ölçüde iktidardan oy alabilme iddiaları yok.

Sonuç olarak İmamoğlu mevcut başkan olarak hem iktidar hem de muhalefetin diğer adayları ile rekabet edecek.

İstanbul seçmeninin vereceği karar da sadece İstanbul’da 1 Nisan sabahı belediye otobüslerini kimin kontrol edeceğini değil 2028’e kadar devam edecek seçimsiz süreçte Ankara’da, Diyarbakır’da, Konya’da, İzmir’de velhasıl ülkenin genelinde nasıl bir iktidar süreci yaşanacağına yön verecek.

Eğer iktidar kazanırsa Can Atalay kararı ile Anayasa’dan ne anladığını ortaya koyan AK Parti – MHP koalisyonu bu mantık ile ülkeyi yönetmek için önemli bir onay almış olacak.

Muhalefet kazanırsa 2023 seçimlerindeki mağlubiyete rağmen hala Erdoğan’ı mağlup edebilen bir dinamiğin varlığı teyit edilmiş olacak. O zaman da 4.35 notun aşağı yönlü mü yukarı yönlü mü hareket edeceğine dair bir fikrimiz olacak.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum