Filistin halkı jeopolitiğe meydan okudu…
En son on sene önce Arap Baharında milyonlarca Arap sokaklara dökülüp onurları için ‘düzenin değişmesini istiyoruz’ diye haykırmıştı. Sarayların, parlamentoların, cumhurbaşkanlığı ofislerinin, lüks otel odalarının perdeleri aralanıp aşağıda ‘neler oluyor’ diye bakılmıştı.
Sonrası malum… Stratejik çıkarlar ve uzun vadeli yatırımlar demokrasi ideali söyleminin altının boş olduğunu ortaya koydu.
Demokrasi ve özgürlük talebinin şiddetle bastırılmasının ardından Orta Doğu on yıllık bir Arap Baharı sonrası döneme girdi. Baskıcı rejimler ya şiddetle ya da göstermelik açılım adımlarıyla halkın beklentilerini öteledi.
Trump’ın ABD başkanı olması demokratik taleplerin karşısındaki tüm dinamiklere bir meşruiyet zemini sağladı. Bölgede demokrasiyi sadece kendisi için imtiyaz olarak gören, kendi vatandaşlarının dışında çevresindeki tüm toplumsal talepleri kendi güvenliğine tehdit olarak algılayan İsrail yönetiminin de ebeliğinde yeni bir jeopolitik denklem oluştu.
Filistin halkı hiç olmadığı kadar yalnız kaldığı bir dönem yaşadı. Artık ulus-devlet inşa süreçlerinde Filistin ajitasyonuna ihtiyacı kalmayan, tabandan gelen talepleri de bastırabileceğini anlayan Arap liderleri iktidarlarını pekiştirecekleri jeopolitik ittifaklara yöneldi.
Filistin yönetiminin acziyeti, kendi içindeki bölünmüşlüğü, yönetim beceriksizliği bu yalnızlık ve terk edilmişlik içinde daha da görünür hale geldi. Uluslararası yardımlar, İsrail’in sureta bile olsa dikkat ettiği diplomatik teamüller, Müslüman ülkelerin sınırlı da olsa yardımları, Filistin yönetimi ile fotoğraf vermenin sağladığı meşruiyet ve bunun Filistin yönetimine kazandırdığı zemin içerdeki sorunları örter hale gelmişti.
Bu yapmacıklıklarla örülü perde kalkınca geriye İsrail ablukası altında çaresiz bir yönetim ve yalnız bir halk kaldı. Öyle ki Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın artık yapabildiği tek şey Arap ülkelerine ve tüm aktörlere ağzına gelen küfürleri saydırmak oldu.
Trump’ın ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması İsrail yanlılarının bile dokunmaya çekindiği bir tabuyu yıktı geçti. Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere bazı Arap ülkeleri buna tepki gösterecekken neredeyse yıllardır bu anı bekliyormuşçasına İsrail ile ilişkiler tesis etmeyi tercih ettiler.
İran her zamanki gibi Irak ve Suriye’de Müslümanların birbirine kıydığı bir savaşı beslemekle meşgul.
Lübnan’daki İran Hizbullah’ı da Suriye’de iç savaş başladığından bu yana İsrail’i hedef almayacağına dair verdiği sözü itinayla tutuyor.
Diplomatik izolasyonu ve Doğu Akdeniz’de kendisine karşı paktları zayıflatmak isteyen Türkiye ise sürekli kapı aralığından İsrail ile ilişki kurmanın ve normalleşmenin yollarını arıyor. Bunu yaparken en son Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Kudüs konusunda İsrail karşıtı bir blok oluşturan Ankara, Filistin halkını göz ardı etmeden hareket etmeye çalışan neredeyse tek ülke.
Bütün bu ‘reelpolitik’ dayatmaların ve çıkarların ortasında ise hiç hesaba katılmayan bir gelişme yaşandı.
Erkeği, kadını, çocuğu, genci, yaşlısı ile birkaç yüz bin kişilik bir halk Kudüs’te tüm bu yüksek diplomasi masalının ortasına atladı.
Arap devletlerine, kendi yönetimine ya da sözüm ona uygar dünyanın desteğine güvenmeden üstelik. Kaldı ki hiçbirinin İsrail’in işgalci ablukasını aşacak ne cesareti ne niyeti var. Bunu en iyi de Filistinliler biliyor.
Büyükada’daki atlar kadar kendi ülkesinde açlıktan intihar edenlerle ilgilenmeyenler için de vicdanlarını temizlemek için gün doğdu. Şimdi eski günlerdeki gibi ‘kahrolsun İsrail’ sloganları atabilir, yeniden ‘mazlumun yanında’ olduklarına belki kendilerini bile ikna edebilirler.
Topluma hamasetten başka vadedecek bir şeyi kalmayanlar Mescid-i Aksa’nın bahçesinde atılan sloganların tüm hukuksuzluklarını yıkayıp gideceğini umdular.
Bu arada on yıllardır bir açık hava hapishanesinde açlık, unutulmuşluk, abluka, sefalet, geleceksizlikle boğuşurken kimsenin aklına gelmeyen Gazze’den fırlatılan füzeler, İsrail’e bir eleştiri getirirken on tane gerekçe üretmesi gerekenlerin imdadına yetişti.
Günün sonunda bir avuç insan çevresindeki herşeye meydan okudu.
Bir avuç insan dünya jeopolitiğinde makamlar ve çıkarlar üzerinden hesap yapanların, sadece kendine Müslüman Kudüs tüccarlarının, Doğu Türkistan’da Uyguların acılarına sessiz kalan alakart dindarların, insan onurunu sadece kendine yakın olanlara işletenlerin bir anda görünür olmasını sağladı.