Gezi davası kararları dünle değil yarınla ilgili...
Pazartesi günü Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman’ın da 18’er yıl hapis cezası alması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nereye kadar gidebileceğinin bir işaretiydi.
Davayı yakından izleyenler bile bu kadar ağır ve kesin bir karar beklemiyordu. Osman Kavala ile ilgili değil dediklerim. Sadece onunla ilgili bir yargı kararı çıksa Erdoğan’ın Kavala’yı bırakmayacağı, onunla kişisel kavgasının bitmediği yorumu yapılır en fazla “neden ağırlaştırılmış müebbet” olduğu konuşulurdu. Kararın hukuksuzluğu değişmez ama siyasal anlamı daha zayıf olurdu.
Cumhurbaşkanı ise bundan sonrasına ilişkin zihin haritasına dair soru işaretleri bırakmayacak bir tercihte bulundu ve aralarında örgüt denebilecek bir ilişkisi bile olmayan kişileri de 18 yıl ile cezalandırdı.
Kararı alan mahkeme, Cumhurbaşkanı’nı doğrudan hedef almak yanlış yorumunda bulunanları mutlu oldukları dünyalarında baş başa bırakıp davaya dönelim.
Alınan karar, mahkûmiyet alanlar ve sonrasında yaşananlarla ilgili en çok akılda kalan görüntü İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehircilik Proje Koordinatörü Tayfun Kahraman’ın kızı Vera ile vedalaşma sahnesiydi.
Aslında Tayfun Kahraman kişiliği ile hem bu davanın hem de içinden geçtiğimiz dönemin anlaşılması için önemli bir örnek.
Kahraman 1981 İzmir doğumlu. Mimar Sinan Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü mezunu. Okulu bitir bitirmez de TMMOB Şehir Plancıları Odası’nda aktif görev alıyor ve zamanla oda merkez yönetimine kadar çıkıyor.
Baştan beri sol görüşe sahip olmakla birlikte farklı kesimlerle sürekli diyalog içinde bulunan, hatta bu nedenle daha radikal gruplar tarafından ‘orta yolcu’lukla eleştirilen, Barış Akademisyenleri Bildirisine imza atacak kadar net olan ama sağ kesimden herkesle görüşmeye açık esnek bir yapısı var Tayfun Kahraman’ın.
Kamuoyunun kendisini tanıdığı ve başına bu işlerin açılmasını getiren olay ise Taksim Dayanışması’nın sözcülüğünü yapması. Taksim Dayanışması zaten zıvanadan çıkan olayların daha da kötüye gitmesini engellediği belirtilen ve hükümetle de görüşen grup.
Kahraman hapse gitmeyi beklediği için mi duruşmaya kızı Vera’yı getirmişti bilmiyorum. Kaldı ki karar ne olursa olsun hemen tutuklanacaklarını bekleyen neredeyse yoktu. Ama davadan akılda kalan Tayfun Kahraman’ın kızıyla vedalaşması oldu.
Ne yazık ki Türkiye tarihindeki terör eylemleri, toplumdaki fay hatları, en son 15 Temmuz’da olmak üzere darbeler/darbe girişimleri ve sonrasında yaşananlar, bir baba-kız vedasının havasına kapılmaya müsaade etmeyecek kadar sert ve acı dolu.
Mesele de acı yarıştırmak değil zaten. Ama hukukun bu kadar araçsallaştığı dönemlerde kişisel bir fotoğraf yapılanın anlamsızlığını fark etmeye vesile olur mu diye yazıyorum.
Ne Gezi olayları durup dururken yaşandı ne de Yenikapı’da kendini gösteren kitlesel tepki durup dururken ortaya çıktı. Birini kutsayıp diğerini yok saymanın hiçbir şey değilse toplumsal kimlikleri ıskalamak olacağı açık.
Ama bugün 2013’ün Türkiye’sinde değiliz. 9 yılda 15 Temmuz başta olmak üzere birçok badire yaşandı ve birçok kesim farklı bir dönüşümden geçti. Bugün özellikle muhafazakâr mahallenin elitleri bu dönüşümü görmek, her şeyi iktidar tarafından üretilen siyasal söylem üzerinden okumayı bırakmak zorunda.
Gezi üzerinden yürüyen tartışmaları 9 yıl öncesinin kalıpları ile değerlendirenler sadece kendilerini kandırmış olurlar. Yaşanan tüm gelişmeler yok sayılsa bile Gezi’nin o noktaya gelmesinde FETÖ’nün rolünü hiç görmeden kanaat ifade etmek her türlü yozlaşmanın işe yaradığı yerde işe yaradığı kadar kullanıldığını gösterir.
“CHP gelse idi, Geziciler başarılı olsa idi bize bunun ona katını yaparlardı” yorumu ise baştaki önermesi doğru bile olsa yarışılan tek şeyin kimin ne kadar gaddar olacağında düğümlendiğini itiraf eder sadece.
Osman Kavala’nın savunmasında ifade ettiği şu bölüm yaşananların özellikle muhafazakâr mahalle tarafından bir kez daha değerlendirilmesini mecbur bırakıyor.
“Dosyanın ilk savcısı 25 Aralık soruşturmasını yürüttüğü için görevden alınan ve ardından firar eden savcı Muammer Akkaş’tı. Dosyadaki telefon dinlemelerini yapan dönemin Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç’tı. Nisan 2015’te tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne konan Ardıç, Mart 2019’da “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırıldı.
Dinleme kararlarını da hâkimler Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar verdi. “Cebir, şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya, görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan tutuklular ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanıyorlar.”
Son 9 yıldaki en önemli dönüşüm Erdoğan’ın Gezi’de başlayan ‘beni ailemden başka kimse anlamıyor’ motivasyonu ile ülkeyi tek başına yönettiği bir yere getirmesi. Pazartesi alınan kararlar Türkiye’nin dününe dair değil yarınına dair bir işaret.
Pazartesi itibariyle Erdoğan’ın HDP’nin kapatılması da dahil olmak üzere her kesimle ilgili her türlü yargı ve güvenlik kararını alabileceği çok daha net görülmüş durumda. Bu kararı Bahçeli zorladığı için mi aldı, kendi kararı mıydı sorusu bir yerden sonra anlamını yitiriyor. Önemli olan 2023’e kadar olabileceklerin 2023 sonrasının sadece mukaddimesi olma ihtimali.