İfşaatlarda savrulmak

2 Mayıs’tan bu yana Sedat Peker yedi ana, birçok da detay video ya da mesaj yayınladı. Şimdiye kadar Peker’in iddiaları en az 100 milyonluk bir erişime ulaştı.

İlk başta Türkiye’nin çok hızlı gündem değiştirmesi ve en tartışmalı konuları bile çabuk tüketmesi nedeniyle bu kadar büyük etkide bulunacağı beklenmiyordu. Bu algıyı besleyen iki unsur da Türkiye’deki hukuk sisteminin muhtemel iddialar konusunda harekete geçmeyeceğine dair kanaat ve iddiaların hedefinde olan yürütmenin sistem üzerindeki hâkimiyeti idi.

İlk değerlendirme en azından şimdilik isabetli çıktı.

Bundan 30 yıl önce İtalya’da Temiz Eller operasyonunda parlamentonun neredeyse yarısının da içinde olduğu 4500’i aşkın soruşturmanın ve binin üzerindeki mahkumiyetin ardında cesur savcılar ve arkalarındaki halk desteği vardı. İtalya’nın bir şansı da tartışmanın tüm siyasi sistemle ilgili olup partiler arası kutuplaşmada sadece bir kesimi hedef alıyor olmaması idi. Bu da operasyonu daha geniş halk kitlelerine mal etti.

Bugün en azından elimizde bu işi yürütecek bir yargı sistemi olmadığını gördük. Burada sorun sadece soruşturmayı yürütecek bir savcının ya da savcıların olup olmaması değil. Ola ki bir savcı benzer bir süreç işletse bile ona delil toplayacak kolluk kuvvetinin İçişleri Bakanlığı’na bağlı olması, o savcıyı koruyacak bir yargı sisteminin bulunmaması ve soruşturmanın sağlıklı işlemesine destek verip süreci halka mal edecek bir basın atmosferinin olmamasını unutmamak gerek.

Geçelim destek vermeyi, daha ilk başta hâkim medyanın olası bir soruşturma sürecini siyaseten mahkûm etmesi ve işleyemez hale getirmesi daha büyük ihtimal.

Peker’in iddialarının bu kadar tartışılmasının en temel sebeplerinden biri de toplumun içinden geçtiği hâkim parti iktidarı yorgunluğu elbette. Ancak bunun dışında asıl dikkat edilmesi gereken diğer nokta Türkiye’nin gerek iç siyasette gerek dış politikada ölçeğinin ve vizyonunun videolardaki asayiş olaylarına kadar düşmüş olmasıdır. Bunu iddiaların vahametini küçümsemek için söylemiyorum.

Soru şu: Eğer Türkiye Avrupa Birliği sürecinde ilerliyor olsa idi, bölgesinde oyun kurucu bir aktör olmaya devam edebilse idi içinden geçtiğimiz süreç aynı mı olurdu?

Merkez Bankası rezervleri artmayı, ülke risk pirimi düşük kalmayı sürdürseydi, kendi vatandaşı ile barışık bir iktidarın bazı üyelerinin ikbal kaygıları vatandaşın gündeminin önüne geçmeseydi benzer bir iddia rüzgarını nasıl izlerdik?

Elbette böyle bir süreçte zaten toplumsal, siyasal ve hukukî dinamikler işlerdi. Ama bunun ötesinde içerde ve jeopolitik denklemde makro ölçekte olumlu yönde ilerleyen bir ülkeyi, başta insanın kanını donduran faili meçhuller ve karanlık ilişkiler ile yola çıkan sonrasında asayiş dedikodularına ve kişisel hesaplaşmalara evrilen bir ifşaat süreci bu kadar sarsar mıydı?

Sarsılsa bile bu kadar uzun süre ne yapılacağı belli olmadan neredeyse bir ay ifşaat rüzgarında savrulur muyduk? Tekrar ediyorum, elbette iddialar vahim ve önemli ama gündemi meşgul eden konu başlıkları ve bu yönsüzlük iyiye işaret değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün grup toplantısında takındığı tavır sürecin nasıl işleyeceğine dair bazı işaretler verdi. En başta saydığım yargı ve basın özelinde, iddiaların adil bir hukuki sürece taşınmasının mümkün olmadığını gördük. Bahçeli, Perinçek ve Erdoğan’ın üç hafta sonra yaptıkları peş peşe destek açıklamaları bunu teyit etti.

Üstelik Erdoğan’ın çetelerle mücadele üzerinden Peker’in iddiaları karşısında Soylu’yu sahiplendiği gün İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Rize’de maruz kaldığı saldırıyı kınamak yerine bu tür tepkilerin devamını teşvik etmeye yönelik tutumu da Peker eksenli tartışmaların akıbetini ele veriyor. Türkiye’de siyasi süreci gerçekten endişe verici bir noktaya sürükleme ihtimali olan bu tehdit dilinin ayrıca değerlendirilmesi gerekiyor.

Peker’e geri dönersek, iddialar mahkûmiyet içeren bir yargı sürecini öngörse ve geniş kesim tarafından satın alınmış olsa bile hiçbiri henüz yargı sürecinde ispatlanmış değil. Açıklamasına konu ettiği fiillerin en azından bir kısmını kendisinin de işlediğini zaten kabul etse de son tahlilde ortaya dökülenlerden gördüğümüz çeteler arası bir hesaplaşma. Ve bu hesaplaşmaya siyasilerin de karışmış olması durumu.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun katıldığı iki televizyon programındaki açıklamaları, önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine sahip çıkmasına rağmen bu fotoğrafı değiştirmiş değil. Üstelik savunmasında kendinden önceki ve hatta kendi dönemindeki AK Partiyi çeşitli gerekçelerle suçlamış olması nedeniyle AK Partili elitlerin bu savunmadan hoşlanmadıkları da ortada. Erdoğan’ın grup toplantısında izlettirdiği organize suçlarla ve terörle mücadele filminde ısrarla son 20 yıllık operasyonlara ve başarılara vurgu yapılması da Soylu’ya lisan-ı münasiple verilen bir mesaj olarak okunabilir.

2 Mayıs’ta başlayan ve siyaseti de farklı dinamiklerle içine çeken bu savrulma görünen o ki devam edecek. İddialar hukuki sonuç verecek mi bilinmez ama siyasi sonuçları olacağı kesin. Üzücü olan Peker’in açıklamalarının ülke üzerindeki etkisinin Türkiye’nin vizyonunun hapsedildiği sığ parantezin itirafı olmasıdır.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum