İktidar değişince her şey düzelir mi?
Ülkenin gidişinden memnun olmayanlar için 14 Mayıs seçimleri önemli bir çıkış umudu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ilan etmesiyle artık takvimler bu tarihe ayarlı. Demokrasilerde seçimlerin hedef alınması da günün sonunda bir sağlık işareti. Ama son bir ay içerisinde yaşananlar ülkenin içerisinden geçtiği sorunların sadece iktidar değişikliği ile düzelmeyeceğini de açıkça gösteriyor.
Bunların en tedirgin edici olanı eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in Ankara’da siyasi olduğu anlaşılan bir suikaste kurban gitmesi. Konuyla ilgili yazılanlar, emniyet içerisindeki çekişmeler, cinayet haberleri içinde ismi geçen milletvekilleri, özel harekât polislerinin tutuklanması ve Devlet Bahçeli’nin iktidar ortağı olarak grup konuşmasında verdiği gözdağı hepsi birlikte çok şey anlatıyor.
Bazen olayların detaylarını bilmek pek de gerekli olmayabilir. Türkiye’nin geçmişindeki siyasetçi-mafya ilişkileri, derin devlet adına işlenen suçlar, sadece son birkaç yılda davaya aykırı duranların evlerinin önlerinde yediği dayaklar ve kimsenin ceza almaması, üstüne İçişleri Bakanı’nın emniyet güçlerine verdiği akla zarar ‘siz gereğini yapın kanun arkadan gelir’ tavsiyeleri yeterince açıklayıcı.
MHP’nin Türkiye’nin son 5 yılına koyduğu ağırlık ise siyasi aritmetiğin ötesinde anlam taşıyor. Ortada MHP gibi kurucu değil reaksiyoner bir partinin varlığını meşrulaştıracak ne komünizm tehlikesi ne ciddi bir terör sarmalı var. Mülteci düşmanlığı ve ırkçılık ise Zafer Partisi ile kendisine adres buldu.
Bugün MHP’nin varlık sebebi iktidar paylaşımı. Bahçeli, Erdoğan’ın arkasını imzalayıp kendisine ciro ettiği toplumun en az üçte birinden kaynaklanan meşruiyet üzerinden iktidarını sürdürüyor. Bu meşruiyet ve iktidar transferi karşılığında da Erdoğan’a güçlü bir destek veriyor. Erdoğan’ın alternatifsizliği de Bahçeli’nin konumunu tahkim ediyor.
Bir iktidar değişiminde bu yürütme erki fotoğrafı değişebilir ama liyakat ile değil siyasal bağlantılar ile bürokrasi, akademi ve iş dünyasında oluşan yeni dengenin seçimle bozulması mümkün görünmüyor. O meşhur ‘kendimiz muhalefette, görüşlerimiz iktidarda’ söylemi Erdoğan’ın katkısı ile MHP açısından “iktidarı kaybetsek de bürokrasi, akademi ve iş dünyasında varız”a evrilebilir.
Buna tüm milliyetçi popülist partilerde belli dozlarda görülen ama iktidar özgüveni ile MHP’de daha da yükselen, Erdoğan’ın katkısı ile de kitleselleşen bir vasat var. Üstenci, farklılıkları yok sayan, çoğulculuğu tehdit algılayan, en ufak bir eleştiriyi beka ve güvenlik parantezine hapseden, hain ilan edilmenin çok kolay olduğu bir psikoloji toplumun önemli bir kesimine de hâkim olmuş durumda. Bu da YSK kararları ile değişecek bir duygu durumu değil. Hatta kaybın getirdiği hayal kırıklığının meclis basmalara giden örneklerini başka ülkelerde yeni yaşadık.
Elbette iktidarın bürokraside ya da toplumun farklı katmanlarında varlığı en az siyasal ağırlığı oranında meşru ve doğrudur. Mesele özellikle MHP’nin ağırlığının kendi toplumsal ve siyasal izdüşümünün çok ötesinde ve diğer kesimlerin tasfiyesi ile gerçekleşiyor oluşu.
Muhafazakâr mahalle ise iktidarı kaybedene kadar değişmesi pek mümkün olmayan bir millet-i hakime üstenciliği içinde. Bu hem kendi içindeki yanlışları görmesini engelliyor, hem de kendisi dışındakilere alabildiğine nobran bir tahakkümü meşrulaştırıyor.
Aylin A. isimli bir kadının Kanal 7 muhabirine kullandığı ifade ile şarkıcı Gülşen’de de gördüğümüz bir histeri krizi kapladı ortalığı. Türkiye’de başörtüsü karşıtlığı var. Yolda gördüğü başörtülü bir kadının örtüsünü hınçla çekip alanlar da.
Başörtüsü mücadelesi AK Parti’yi iktidara taşıyan en temel motivasyonlardan biri oldu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da araçsallaştırması ile muhafazakârlar hala iktidar olduklarının farkına varamadılar. Hala azınlık ve ezilen psikolojisi ile rövanşist bir sarmalın içindeler.
Kanal 7’de çalıştığım dönem başörtüsüne çözüm üretmesi beklenen YÖK yasasını dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer veto etmişti. İlk kez bu konunun kendisine sorulacağı ortamda o dönem Ankara temsilcim olan Akif Beki’yi aradığımda ‘gazeteci kimliğine zarar vermeden sadece mesleki bir formasyonla ne istiyorsan sor’ demişti. Yani mesele gazeteci olarak aktivistliğe savrulmamaktı.
Endişem, iktidar değişikliğinde içe dönük eleştirel bir süreci seslendirecek meşruiyetin muhafazakâr mahallede kalıp kalmadığı. Bugün AK Parti’den ayrılanlar CeHaPe zihniyeti ile iş tutmakla mahkûm ediliyorlar zaten. Onları dinleyen olur mu bilmem. Ama iktidarın mahallesinin içinde de gerçek bir içe dönüşü ve sorgulamayı seslendirecek dinamizm de ufukta görünmüyor.
Zaten Şehir Üniversitesi’ni gözünü kırpmadan kapatan, sadece öğrenci-akademisyen değil bir eğitim geleneğini daha yeşermeden kurutan Erdoğan’ın o gün sahip olmadığı özgüvene dünkü grup toplantısında sahip olmasının arkasında da o haksızlığa ses çıkaramayan mahallenin sicili yatıyor.
Ekonomi, mülteciler ve daha birçok başlık var sadece iktidar değişince hemen değişmeyecek. Sorunlar ve gerçekler dağ gibi. Ama yer bitti.
Tüm umudu sandığa bağlamak biraz fazla iyimser duruyor mevcut durumda. Muhalefetin buna nefesi, birikimi ya da niyeti yeter mi o da ayrı mesele. Ama demokrasilerde başka da seçenek yok.