Kendi geleceği için ülkesini ateşe atmak…
Yıllardır unutulmuşluğun da getirdiği bir çaresizlikle acısını tek başına yaşayan Filistin halkı Mescid-i Aksa direnişi ile tüm dünyaya onuru ve varlığı için direnmenin ne olduğunu bir kez daha hatırlattı.
İsrail bildiği tek şeyle karşılık veriyor. Daha fazla cinayet, daha fazla yalan ve bitimsiz bir işgal…
İslam dünyası için ne İsrail’in katliamları ne ABD’nin yeni yönetiminin daha çok demokrasi diye çıktığı yolda daha 5. ayda çizmeye çalıştığı profilinin altının boş çıkması sürpriz değil.
Filistin’i istediği gibi vurabileceğini düşünürken kendi ülkesi İsrail’i de aynı ateşe çeken Netanyahu 1996’da ilk kez başbakan olduğunda kimse ülkenin kaderinde bu kadar büyük etkide bulunacağını beklemiyordu. Hatta 1999’da seçimleri kaybettiğinde kısa süreli bir siyasetçi diye düşünüldü.
2003’te bakan olarak döndüğü siyasette 2009’dan bu yana başbakan. Tam 12 yıldır aynı koltukta. Öncesini de ekleyince 15 yıl. 1948’de kurulan İsrail devletinin neredeyse dörtte birini o yönetti.
Tarihi kendi istediği gibi manipüle etmekten hiç çekinmedi. Adolf Hitler’in Avrupa’daki Yahudileri öldürme fikrini Kudüs Müftüsü Emin El-Hüseyni’den aldığını söyledi. Tarihçiler delillerle itiraz etti bu iddiaya ama ne gam. Ortalama İsrailliler için hayatı çok kolaylaştıran harika bir tarih anlatımıydı.
“İsrail’in entelektüel elitinin dengesiz” olduğunu söyleyerek bu adaleti sağlayacağını söyledi ve üniversitelere savaş açtı. Ulusal tarihi yeniden yazmak için daha milliyetçi ve muhafazakâr, daha sağ bir elit için çalıştı.
Basının önemini bildiği için Israel Hayom gazetesi, popülist söylemini topluma taşıyan amiral gemisi oldu. 8 milyonluk bir ülkede 275 bin tiraja ulaşan ve ön sayfasını sürekli Netanyahu’nun süslediği gazete toplumu daha milliyetçi bir noktaya sürüklemenin temel araçlarından oldu.
İsrail halkının pek de haz etmediği Obama’nın Arap-İsrail barış süreçlerinden ümidini kesmesi ve Arap Baharı Netanyahu’nun istediği şartları hazırladı. Çevrede Mısır, Suriye ve haliyle Irak zaten istikrarsızlık içindeydi. Üstüne de IŞİD çıkınca güvenlik İsrail’in birinci önceliği haline geldi. Birbirlerine böyle kıyanlar iş İsrail’e gelince neler yapmazdı!
2014 yazında 50 gün içinde 2000’in üzerinde Gazzeli Filistinli İsrail operasyonlarında şehit edildi.
Bu gerilim sürecinde Netanyahu’nun söyleminin de etkisi ile yeni bir sağ ortaya çıktı. Daha milliyetçi, diyaloga kapalı, daha sert ve güvenlik öncelikli.
2015’te seçimi neredeyse kaybedecekti. Eşinin adının karıştığı mali skandallar yüzünden zordaydı. Ama Yahudilerin korkularına oynadı. Seçim günü söylediği yalanlarla seçmenini sandığa götürdü. Varlık yokluk meselesi idi sandık. Netanyahu’nun başarısızlıkları, skandalları kenara bırakıldı mesele İsrail’di. İsrail de Netanyahu.
Seçim sonunda artık merkezde bir siyasetçiyi oynamayı bıraktı ve daha da sağda yerleşimcilerle bir koalisyon kurdu. Bu radikal milliyetçiler de bürokraside hızla yükseldi. Küçüklerdi ama iktidarı onlar sağlamışlardı. Ortaklarının Netanyahu’yu sevmedikleri sır değil. Netanyahu da onlardan haz etmiyor. Ama sevmek başka iktidar olmak başka.
Bu dönemde ders kitapları daha milliyetçi bir dille yeniden yazıldı. Yüksek Mahkeme’de muhafazakâr hakimler atandı. İsrail parlamentosu Knesst’te Yahudi devletine ve ırkçılığa karşı çıkanlar hainlikle suçlandı.
Netanyahu kurduğu koalisyonda medya işini kimseye bırakmadı. Tüm basın düzenlemelerinde son sözü hep kendi söylemeye, İsrail basını üzerinde güçlü bir kontrol kurmaya dikkat etti.
Filistin direnişi Netanyahu’yu zor duruma soksa da kurduğu milliyetçi dil sebebiyle merkez-sol muhalefet bile yeterince vatansever görünmeyecekleri endişesi ile güvenlik politikalarında iktidarın yanında durmak zorunda kaldı.
Bu akıma direnmeye çalışan insan hakları örgütleri haliyle dış güçlerin ajanı olarak yaftalandı. Ne kadar milliyetçi ve vatansever olursanız olun Netanyahu’nun belgeli suçlarından yargılanmasını istemeniz vatan haini olmanıza yetiyordu.
Obama zamanında biraz da mecburen merkeze gelmek zorunda kalan Netanyahu için Trump bulunmaz bir nimet oldu.
Ona başkaldırabilecek karizmada bir lider olmaması en büyük şansı idi. Partisi içindeki alternatifleri de düzenli bir şekilde tasfiye etti. Tüm tartışmalar rağmen toplumdan aldığı destek onu ayakta tuttu.
Bizim için Filistin’in özgürlük mücadelesi ile onun için terörle savaş en başarılı olduğu alandı. Seçmenin onu tercih etmesindeki temel motivasyon başka bir liderin kendilerine Netanyahu’nun sağladığı güvenliği sağlayamayacağı endişesi idi.
İki yıl içinde İsrail 4 kez sandığa gitti. Daha önce olduğu gibi seçimler hep bir Netanyahu kalsın mı gitsin mi referandumuna dönüştü. İsrail’in en uzun süre görev yapan ve siyasetteki dehası ile Sihirbaz olarak anılan başbakanı artık ülkenin kutuplaşmasının ana eksenine dönüşmüş durumda.
Netanyahu taraftarlarına göre açılan yolsuzluk soruşturmaları komplo, savcılar güç, gazeteciler ise intikam peşinde.
Eğer kaybederse yargılamalar ve en uzun süre başbakanlık yapmanın getirdiği hesaplaşma dönemi bekliyor kendisini. Koalisyonu kuramadığı için görevi cumhurbaşkanına iade etti. Ardından önce Kudüs sonra tüm İsrail patladı.
Unutulmuş sanılan bir halk kendi özgürlüğü ve onuru için sokakta. Netanyahu ise en iyi bildiği şeyi, güvenlik ve korku siyaseti ile kariyerini uzatma derdinde. Kendi iktidarı için İsrail’i ve Filistin’i ateşe atmanın ona bir maliyeti yok. Elleriyle oluşturduğu ırkçı tabanı sokakta linç etmek için Filistinli arıyor.
Netanyahu kalsa da gitse de İsrail toplumunun daha milliyetçi, daha sağ, daha muhafazakâr, daha kapalı, daha güvenlikçi yapısı kolay kolay kaybolmayacak. İsrail’in kendi içindeki normalleşmesi Netanyahu’dan sonra uzun zaman alacak. İsrail’in normal halinin bile bölge güvenliğine ne kadar tehdit olduğunu ise en iyi Filistinliler biliyor.