Korona’da eğitimin çökmesinin vebali
Mart 2020’de Türkiye’de de tespit edilen ve küresel bir sorun haline gelen pandemi tüm dünyada devletleri ağır bir sınava soktu.
Türkiye’de hastane altyapısı güçlü olduğu için sağlık çalışanlarının büyük özverisinin de katkısı ile göreceli olarak problem daha az hasarla atlatıldı.
Bugün, aşı tedarikindeki gecikmeye rağmen aşılama çalışmalarındaki başarılı performans Türkiye’nin birkaç ay içinde gerçek bir normalleşme yaşayabileceğinin işaretlerini veriyor.
Eğer dünya ile birlikte Türkiye de Korona salgınından kurtulabilirse bir süre sonra geçtiğimiz bir buçuk yıllık kâbusu unutabiliriz.
Ama Korona’dan eser kalmasa bile sırtımızda taşımak zorunda olduğumuz koca bir kambur var. O da milyonlarca öğrencinin, gencin eğitim hayatında boşa giden en az üç eğitim-öğretim yarıyılı.
Bu dönemde Türkiye’nin en temel sorunu Millî Eğitim Bakanlığı’nın gösterdiği büyük yönetim zafiyetiydi.
Elbette bir ülkenin kapasitesi, eğitim-öğretim kurumlarının yeterliliği, teknik altyapısının alternatif politikalar geliştirmeye uygunluğu istenilen herşeyi yapmaya izin vermeyebilir. Ama idare makamındakilerin yönetim beceriksizliği bahane kabul etmez.
Millî Eğitim Bakanlığı karar almaktaki iradesizliği, yaşanacak sorunları öngörememesi, milyonlarca öğrenci, öğretmen ve veliyi sürekli değişen kararlarla ortada bırakması, defalarca sınav tarihlerini bir ileri bir geri alması, okulların açılma tarihlerini sürekli değiştirmesi, aldığı neredeyse her kararı bir sonraki gün iptal etmesi ile tüm eğitim dünyasını tek kelime ile kaosa teslim etti.
Ülkemizde salgın süresince ilk feda edilen konu eğitim ve çocukların geleceği oldu. Banka daireleri, kamu kurumları, belediyeler, kargo şirketleri, restoranlar, siyasi parti kongreleri aklınıza ne gelirse her sektörün ve kurumun nasıl ve ne kadar açık tutulabileceği düşünülürken; Millî Eğitim, okulları ne kadar hızlı ve ne kadar uzun süre kapatacağına kafa yordu.
Dünyada birçok ülke okulları 5 gün açık tutmaya çalışırken bizim kadrolar 2 gün açıp onu da tam uygulayamayıp OECD istatistiklerine okulları sürekli açık tutan ülke olarak girme numarasını tercih etti.
İlk kapanan ve en son açılan kurumlar eğitim müesseseleri idi.
Bugün sözümona son bir ayda yüzyüze eğitim uygulanıyor.
Badel harabül Basra.
Ne öğrencilerin sınava, derse girme gerekliliği ve hevesi kaldı, ne de öğretmenlerin ders anlatacak heyecanları ya da amaçları.
Sınıflar boş, öğrenciler bunalımda.
Millî Eğitim, ‘okullar olmasa Maarif Vekaleti ne güzel’ söylemini ‘Okulları açmadıktan sonra pandemiden bize ne’ ye evriltip, bir buçuk yıl kaptan köşkü boş bırakılan dev bir translatlantik geminin güvertesinde manzara seyretmeyi tercih etti.
Bu başarısızlığa ülke içinde farklı imkanlara sahip öğrenciler arasında oluşan eğitim uçurumunu eklemek gerek. Az sayıda uzman, vaka sayılarının az olduğu taşra okullarında ya da bölgesel vaka sayılarına bağlı olarak şehir merkezlerindeki okullarda karantina uygulamasının gevşetilebileceğini ve eğitimin yüzyüze yapılmasını önerdi. Tabii ki dinleyen olmadı.
Bugün özel derslerle, özel okulların resmi sınırları zorlayan pratikleri ile yarım yamalak da olsa yol alan öğrencilerle ülkenin geri kalanı arasında dev bir uçurum var. Zaten PISA çalışmalarında büyük şehirlerle taşra arasında kapanması zor bir fark vardı. Şimdi yapısallaşan, kronikleşen ve nesillerce sürecek bir uçurumu topluma dayatan bu adaletsizlikle yaşamak zorundayız.
Millî Eğitim Bakanlığı salgın döneminde yaygın kullanmaya başladığı EBA sistemini bir başarı olarak sunuyor. Tabii mesele EBA’yı başarı olarak sunmak değil yüz yüze eğitimin yollarına kafa yormaktı. Bunun yerine sadece bazı ölçeklerde ve dallarda anlamlı olabilecek ama asla yüz yüze eğitimin yerini tutamayacak uzaktan eğitim bir başarı gibi sunulmak istendi.
Bu duyarsızlık ve ‘maliyet üretmesin de fayda görmeyi kimse beklemiyor zaten’ mantığını neyle telafi edeceğiz? Eğitim hayatındaki bir yıllık boşluk aritmetik bir eksikliği değil, kendisinden sonraki tüm eğitim süreçlerini etkileyecek yüksek bir çarpan etkisini temsil ediyor.
Matematikte dört işlemi yüz yüze görmeyen öğrenciler gelecek yıl diğer konuları hangi birikimin üzerine öğrenecek?
Eğitimi ve çocukların geleceğini boş vermiş bu yaklaşım sürerken daha da hazini ne öğretmenlerden ne de velilerden okulların açılması yönünde anlamlı bir talep gelmemesiydi. İnsan, sağlık sektöründe sağlık çalışanlarının gösterdiği özverinin birazını eğitim dünyası gösteremez miydi diye düşünmeden edemiyor.
Elbette idealist olanlar ve elinden geleni yapanlar oldu. Ama herşeyin başı eğitim diye söze başlayıp bir nesilde ancak birkaç kez görülebilecek en büyük sorunlardan biri karşısında fırtınanın dinmesini bekleyenler çoğunluktaydı?
Hasılı kelam 2020-2021 yıllarında eğitim hayatlarının herhangi bir kademesinde olan öğrenciler o dönem alamadıkları eğitimi bir kambur gibi bütün hayatları boyunca taşıyacaklar. OECD istatistiklerinde ve PISA çalışmalarında koca bir kara delik yıllar boyu bizi takip edecek.
Bugün Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki karar vericiler ise geleceğimizin çalındığı bu vebali taşıyacaklar.