Pandora’nın kutusu açılırken Suriyeliler
Yunan mitolojisinde bütün kötülüklerin ortaya çıktığı bir kutu olduğuna inanılır.
Dünyada olabilecek tüm kötülüklerin içine konulduğu kutu Pandora’ya hediyedir ve asla açmaması istenir. Tabii ki Pandora merakına yenilir ve kutuyu açar. Sonrasında akla gelen gelmeyen bütün kötülükler yayılır çevreye.
Suriyeliler konusunda o kutu açılmasın diye çok çaba sarf edildi. İşin nereye varacağı belli idi. Aynı kutunun içindekiler gibi. 2011’den bu yana da yalan yok, Türkiye iyi idare etti süreci.
Birazı mecburiyetten, tarihi bağlardan, komşuluktan, akrabalıktan, birazı başta ekonomi olmak üzere işler iyi gittiği için birazı hükümetin becerisi birazı da muhalefetin gündem etmemesi/edememesi ile bugüne geldik. Ama görünen o ki sığınmacı sorununda meselenin daha ağır bir krize dönüşmemesi için bize ayrılan sürenin sonuna gelmiş durumdayız.
Bunda oy alabilmek ve var olabilmek için toplumda zaten mevcut tepkiyi sonuna kadar kullanan Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın performansını göz ardı etmek imkânsız. Ama Özdağ benzeri figürler hep vardı.
Belediye başkanlığı adaylığının en büyük vaadi ilçesini sığınmacılardan kurtarmak olanlardan, yalan haberlerle mülteci düşmanlığını körükleyenlere kadar örnek çok. İsimleri de önemli değil.
Yaklaşan seçimler, hükümetin göçmenler konusunda entegre bir politikadan yoksun olması, Türkiye’de birçok sorun gibi bu meselenin de akışına ve oluruna bırakılması, en önemlisi de ekonomik bunalım bizi buraya getirdi.
Bundan 3-4 yıl önce ekonomik krizin ayak sesleri ciddi bir şekilde hissedilmeye başlandığında ‘bunun faturası er geç Suriyelilere çıkar’ diye endişelenmiştim. Çok bir şey bilmekten değil.
Avrupa’da da dünyanın farklı ülkelerinde de hep böyle oldu. Toplumda farklı gerekçelere dayanan sorunlar en savunmasız, kendini anlatma imkânı olmayan kesimlere çıkarıldı.
Bugün sabah akşam Suriyeliler, sığınmacılar günah keçisi olarak ilan ediliyor ve gönderilmeleri isteniyor. İdam mahkumunun bile son isteği sorulur ya. Hiç o tartışmalarda çıkıp derdini anlatmaya çalışan bir Suriyeli gördünüz mü?
Hoş, çıkıp konuşsa da izleyiciler tarafından linç edilirdi, söylediği her şey kendisine karşı kullanılırdı. Yakılan Suriyeli gençlerin hakkını savunmak bile suç neredeyse.
Suriyelilere tepkinin en öne çıkan cümlelerinden biri güvenliğe dair. Suriyeliler gitsin diyenler Türk askerleri neden Suriye’de onların yerine savaşıyor diye soruyor.
Bu sorunun yanıtı basit. Türk Silahlı Kuvvetleri sınırların güneyinde Türkiye’deki Suriyeliler yerine savaşmıyor. Türkiye’nin güvenliği, sınırlarda bir terör örgütünün hakimiyet kurmaması, ülkedeki sığınmacı ağırlığının daha fazla artmaması ve ülke içindeki istikrar Suriye’deki iç savaştan daha fazla olumsuz etkilenmesin diye bulunuyor.
Daha birçok yanlış kabul var ama bugün artık bu soruların ve verilen cevapların anlamsızlaştığı bir yere geldik.
Geldiğimiz noktada 2011’den bu yana olduğu gibi Türk halkının büyük hoşgörüsü söylemi üzerine siyaset geliştirmenin sınırlarındayız. Bundan sonra kendi Le Pen’lerimiz, AfD’lerimiz (Almanya’daki Türk ve yabancı/göçmen karşıtı ulusalcı parti) siyaset üzerinde nasıl etki edecek ona bakacağız.
PANORAMATR raporunda Türkiye’nin en büyük sorununu sorduğumuzda göçmenler ya da Suriyeliler hiçbir zaman ilk üç madde arasında yer almadı. 2021’de üç kez en önemli sorun ne dediğimizde en fazla o da bir kez yüzde 10’la Suriyeliler en önemli sorun olarak sayılmış.
Özellikle Suriyelilerin varlığından memnun musunuz sorusuna doğal olarak çıkan cevap hayır. Ama ülkenin sorunlarının çözümü mültecilerin geri gönderilmesinde değil.
Bu verileri dillendirmeye devam etmek gerek elbette. Mültecilerin varlığının sebebini, onların haklarını, sorunun çözümlerini, çözülememesinin sebeplerini tartışanlar, makul öneriler getirenler hep olacak. Bu öneriler de son tahlilde sığınmacıların toplumda oluşturduğu haklı endişe, rahatsızlık ve korkuları yok saymayı da gerektirmiyor.
Ancak 2023 seçimlerine girerken kısa vadeli sebepleri ve çözüm yolları olmayan göçmen sorununun Türk siyasetine etkisi, oy davranışlarını şekillendirme gücü, seçim kazanmak için siyasi partilerin göçmenleri araçsallaştırması ve diğer partilerin buna gösterecekleri karşı strateji daha önemli bir konu başlığı.
Avrupa’da, sanki başka gezegende yaşanmış gibi izlediğimiz ve okuduğumuz aşırı sağın yükselişi, ırkçılığın ülkeleri sürükleyebileceği uçurumlar artık Türkiye’nin de konusu.
Mesele Türkiye’deki demokratik işleyişin, kurumların, güvenlik mekanizmalarının, siyasal aklın ve toplumsal sağ-duyunun bu dalgaya kadar ne kadar dirençli olduğundan emin olamamamız.
Bu toprakların uzun zaman önce değil son elli yıldaki tarihi bile bırakın dışardan gelenleri kendi içindeki farklılıklara bile tahammül edemeyen, bu tepkisini de sözle değil eylemle dışa vurmaya ve unutmak istediğimiz acıların yaşanmasına zemin hazırlayan bir vasata sahip.
Pandora kutuyu açıp da tüm kötülükler dünyaya yayıldıktan sonra en sona tek iyi şey umut kalmış kutunun içinde.
Bugün Türkiye’de Pandora kadar şanslı olmak için ne yazık ki elimiz çok güçlü değil. Umut etmek için bile gereken asgari şartları 2023’te bulup bulamayacağımızı bilmiyoruz. O zamana kadar da kitlesel olarak ırkçılık sarmalına düşme riski bizi bekliyor.