SADAT, Atatürk Havalimanı, Kaftancıoğlu…
Başlıktaki konuların hepsi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ajandasında yan yana duruyor.
Hepsi Türkiye gündeminde ama bunlar CHP için ne kadar oya dönüşüyor emin değilim.
Tersten gidersek İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na hapis cezası verilmesi ve siyasi yasak getirilmesi geçtiğimiz son on günün en tartışmalı konusuydu. Kaftancıoğlu kararı bir yanda iktidarın 2023 seçimlerine kadar yargıyı ne kadar kullanabileceğini gösterdi bir yanda da muhalefete uzun zamandır bulamadığı bir ortak gündem hediye etti.
Öyle ki Altılı Masadaki her aktör Kaftancıoğlu’nu sahiplendi ve destek açıklaması yaptı. İmamoğlu’nun Karadeniz gezisi bağlamındaki tartışmalar da bir ölçüde unutuldu.
Kaftancıoğlu’na verilen ceza, sonrasında gösterilen tepkiler son dönemde Türkiye’de öne çıkan siyasi aktörler arasındaki CHP ağırlığını da bir kez daha teyit etti. Açıkçası bu konu üzerinden CHP ve Kılıçdaroğlu daha büyük gündemler oluşturabilirdi ama sonrasındaki sert SADAT ve Atatürk Havalimanı tartışmaları ile meselenin üzeri örtüldü gibi oldu.
Kılıçdaroğlu, odağın Kaftancıoğlu’ndan diğer konulara bu kadar hızlı kaymasına neden izin verdi anlam vermek kolay değil. Bugünkü CHP İstanbul mitinginde Kaftancıoğlu’na ayrılacak yer, başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere diğer aktörlerin konumu ana muhalefetteki fotoğrafı daha detaylı okumaya imkân verecektir.
Ancak Kaftancıoğlu hala hem Türkiye hem CHP siyasetinde daha aktif bir rol oynamaya aday duruyor. Bu tartışmanın kamuoyu gündeminden kaybolmasına neden olan ana husus İstanbul Atatürk Havalimanı’na apar topar iş makinalarının girmesi, pistlerin kırılmaya başlanması idi.
Daha ilk günden beri yanlış, israf ve İstanbul’a zarar olan yeni havalimanı projesi ve bunun için Atatürk Havalimanı’nın kapatılması bu son hamle ile yeniden gündeme geldi. Tartışmanın genel ekseni havalimanı pistlerine zarar verilmemesi ve çevrenin imara açılmaması üzerinden yürüdü. Ancak kimi CHPli aktörlerin meseleyi havalimanının ismi üzerinden bir kimlik kavgasına çevirmek istemesi konunun odağını yine başka yere kaydırdı.
Halbuki iktidara özellikle yeni İstanbul havalimanındaki israf ve yolsuzluk ile eski Atatürk havalimanını kapatmak üzerinden getirilebilecek onlarca eleştiri var. Bunları dile getirenler de var ama konuyu Atatürk ismi üzerinden farklı bir zeminde tartışmak ne CHP’ye bir fayda sağlayacak ne de iktidarı zorlayacak bir konu.
İnsanların hayat tarzlarına artık ideolojik gerekçelerden çok nobran bir her şeyi ben-bilirimcilikle müdahale eden AK Parti’nin bugün itibariyle ne rejimle ne de onun sembolleriyle bir derdi var. 12’den sonra müzik yasağından, ağır vergilerle alkol tüketimine sınır getirme çabasına ya da iptal edilen kültürel faaliyetlere kadar bir çok konuda ideolojiden çok otoriter bir topluma nizam verme güdüsü rol oynuyor. Bence bu kimlikleri de aşan bir yönetim problemi.
Bugüne kadar karşı çıktığı seküler mahallenin hemen hemen tüm tüketim kalıplarını kendine uydurarak benimseyen, küresel adalet ve hak taleplerini de en son Suudi Arabistan ziyareti ve İsrail ile normalleşme süreçleri sonucu bir detaya indirgeyen Erdoğan’ın eski ideolojik kavgalarla bir işi kalmadı.
Son başlık ise Kılıçdaroğlu’nun SADAT ziyareti ile başlayan tartışmalar. Konu seçim güvenliğinden yine başkenti İstanbul olan bir İslam konfederasyonu kurma çabalarına geldi.
Erdoğan’ın; Sedat Peker, Mehmet Ağar gibi suç örgütlerinin görünen yüzleri ile temas kurmakta nasıl zorlanmadığı herkesin malumu. Var olan bu ilişki ağları ile yapılabilecekler ortada iken Türkiye’nin Rusya ile beraber ABD’ye karşı savaşmasını önceleyen Avrasyacı emekli generallerden daha muteber ve rasyonel olmayan emekli generaller üzerinden yeniden bir irtica sarmalına girilmesi muhalefete beklediği kazancı getirir mi hiç emin değilim.
Hele bir de SADAT’ı eleştirilerin odağına söz konusu generallerin daha önce ordudan irticai faaliyetler yüzünden atıldığını koyanlar var ki ayrı bir problem.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin irticacı subay fişlemeleri ile nasıl haksızlıklar yaptığını, sıradan askerleri sivil ölüme mahkûm ederken FETÖcüleri nasıl barındırdığını son beş yılda bizzat yaşamış ve toplum olarak maliyetini ödememiş olsak yine bir yere kadar anlamak mümkün.
Ama her tartışmanın iktidarın temel problemleri yerine 28 Şubat’ta kalmış olması gereken kimlik gerilimleri ve ideolojik parantezler üzerinden ele alınma potansiyeli muhtemel bir iktidar değişikliğinin Türkiye’ye vaad ettikleri konusunda kafa karıştırmaya devam ediyor.
Mevcuttan daha kötü ol(a)mamak alternatif olmaya yetmemeli.