Sadece kaymakamlar mı?

Ülkelerin, toplumların fay hatlarının kesişim noktaları; yaklaşan krizlerin, altta kaynayan bunalımların, her an büyüyebilecek gerilimlerin ön işaretlerini vermeye namzet.

İki devlet memuru arasında yaşanan ufak bir gerilim diye açıklanamayacak kadar ciddi bir stres yükününün kendini görünür kıldığı yerin de Diyarbakır olması tesadüf değil o yüzden.

Diyarbakır’da camii imamının Diyanet’in gönderdiği hutbede şehitlerle ilgili bölümü atlaması, sonrasında Kulp Kaymakamı’nın verdiği tepkinin detayları önemli elbette. Kaymakamın ve imamın her ikisinin iddiaları da İçişleri Bakanı’nın ifadesi ile soruşturuluyor.

Atlanan nokta, kaymakam orada yaptığı uyarı ile aslında imamı hizaya getirmeye çalışmıyor. Kaymakam, müdahalesi ile temelde orada saf tutan cemaate kimin devlet olduğunu gösteriyor.

Cemaat neden kaymakamın ya da daha doğru ifade ile devletin istediği yere gelmiyor, sadece İstanbulluların ya da Ankaralıların değil Diyarbakırlıların da güvenliği için, üstelik herhangi bir operasyon sırasında değil bulunduğu üs bölgesinde iken ve üçüncü tarafların da muhtemel desteği ile gerçekleştirilen terör saldırısında şehit olanlarla rahmet dilemekten imtina eder?

Bu soruyu sormak yersiz de değil, zamansız da. Ama sorunun da cevabın da arka planı son birkaç ay hatta yıl ile açıklanamayacak geçmişe sahip.

Son hadise ise en fazla son 3-5 yıl içerisinde gelişmiş ya da yeniden kendini var etmiş bir trende işaret ediyor. AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesi ile toplumla daha çok özdeşleşen, sokakla empati yeteneği gelişmiş, ayar veren değil dinleyen ve anlamaya çalışan devlet tekrar fabrika ayarlarına dönüyor.

Bu fabrika ayarlarının başta güvenlik olmak üzere sorunları temelde çözmediğini, sadece baskı ve otoriter yaklaşımlarla krizleri ötelediğini, ötelerken yaraları derinleştirdiğini, derinleşen yaraların iltihap kapıp tüm ülkeyi enfekte ettiğini defalarca gördük. Gördük de ne gam.

Şimdi 15 Temmuz darbe girişiminin meşruiyet alanı açtığı güvenlik politikaları ve küresel popülizmin rüzgârı ile eskinin derde derman olmayan, kerameti kendinden bile değil temsil ettiği otorite ve dar kimlik bakışından menkul yaklaşımı, yeniden hâkim oluyor.

Bu yeni dalga hem bilindik hem değil. Bir yanda tanıdık üsten bakış; imamı, sendika başkanını, milletin oyları ile kapı kapı gezerek oy isteyen ve öylece seçilen milletvekilini hakir gören yok sayan, nobran ataerkil devlet.

Diğer yanda devletin ne kadarının böyle olduğunun kestirilemediği, daha çok son yılların kadrolarında hâkim olduğu izlenimi veren, sadece devlet-toplum ayrışmasının değil iktidar içi fay hatlarını yansıtan, böyle olunca da sınırları, cesameti ve riski öngörülemeyen bir belirsizlik.

Mesela; önce imama, sonra örgütlü şekilde sendika başkanına, sonra vekile sonra da iktidarın küçük ortağı üzerinden büyük ortağına ayar verecek kadar kendi doğrusunu mutlak gören bu yaklaşım sadece mülki idarede mi bilmiyoruz. Hatta orada ne kadar hakim o da muamma.

Haddini bildiren, gerektiğinde gereğini yapacak olanlar sadece kaymakamlar mı yoksa yargıda da yeri gelse aynısını yapacak damar var mı? O imam ya da cemaat bir şekilde kaymakamın yargıç/savcı akranlarının önüne gelse o mahkemeden nasıl çıkarlar?

Ya da aynı bakışın akademideki izdüşümleri üniversitede siyasi tarih öğretirken ne anlatıyorlar?

Geleceğin fizikçilerini yetiştirmek için asistan alırken mesele akademik yeterlilik mi yoksa Kulp kaymakamının sosyal medya mesajlarını benimsemek mi kriter?

Belinde silahı, omzunda rütbesi ile bizim adımıza, bizim verdiğimiz yetki ile bizi koruması gerekenler kaşımızı gözümüzü, kıyafetimizi, arabamızın plakasını ya da üzerine yapıştırdığımız etiketi beğenmezler, uygun görmezlerse ne yaparlar?

Daha ileri gidelim. AK Parti’nin en büyük sivil toplum örgütünün karşısında mülki idarede sosyal medyada görünür şekilde örgütlenen bu damar diğer kamu birimlerinde de karşılıklı etkileşime geçer ve toptan bu sefer herkese ayar vermek isterse bunu durdurabilecek elimizde ne var?

Ankara’da daha önce de farklı kesimlerle, sırf iktidarın sürdürülebilirliği için her ittifaka girmekten çekinmeyen bir anlayış var. Bu ittifak mantığında düne kadar karşı kutuplardaki siyasi görüşlerle meşru bir şekilde ortak aday belirlemek de var, gerektiğinde istihbarat kurumlarını paylaşmak da, rant bölüşümünü eşgüdümlü hale getirmek de, güvenlikten sağlığa bürokrasiyi kompartımanlar halinde yönetmek de…

Günün sonunda tövbe kapısı açık. Allah da oy verenler de af edebilir. Hele de birincisine kimse karışamaz.

İyi de devletin farklı görüşler arasında hakimiyet mücadelesine girmesinin maliyetini 80 öncesinde bile defalarca görmüş iken aynı hatanın, bile isteye tekrar edilebiliyor olmasına itiraz etmemek de erdem değil.

YORUMLAR (21)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
21 Yorum