Seçim Türkiye’nin sorunlarını çözdü

Seçimlerden önce yapılan konuşmalarda, yayınlanan bildirilerde ülkenin derin bir uçurumun eşiğinde olduğu vurgusu yapılıyordu.

Muhalefet liderlerine göre Türkiye’nin belki de son demokratik seçimlerinde seçmenin neredeyse ölümle kalım arasında bir tercihte bulunması gerekiyordu.

O zamanki cari şartlar da aslında liderlerin bu söylemlerini fazlasıyla teyit ediyordu.

Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi siyasi tutukluların uzun yıllar kimi zaman bir gerekçe bile ileri sürmeden içerde tutulması, en ufak bir eleştirinin vatana ihanetle eş görülmesi, yargının iktidarın talimatlarına göre hareket etmesi, kimlik siyasetinin toplumsal kesimlerin sabır katsayılarını zorlayacak kadar derinleştirilmesi, Kürt meselesinde bireysel hak taleplerinin bölücülükle eş anlamlı görülmesi gibi başlıklar içinden geçilen demokrasi açığının ufak örnekleri idi.

Ekonomide KKM’den merkez bankasının parti kasası haline gelmesine, zaten var olan adaletsizlikleri daha da derinleştiren ve eski yaralarla işsizliği pansumanla çözme arayışı olan erken emekliliğe vize verilmesinden rasyonalitenin semtine uğramayan maaş artışlarına kadar kriz davetçisi politikalar da seçimden sonra çok ağır bir faturanın gelmekte olduğunu ilan ediyordu. Nitekim şimdi o günkü seçim rüşvetlerinin bedeli herkes tarafından ödeniyor.

Adil olmak gerekirse ki gerekir, neden böyle bir tabir kullanılır onu da her zaman almak mümkün değil, benzer ölüm kalım seçimi iddialarını ters açıdan iktidar da dile getiriyordu.

Erdoğan’a göre ülke terör örgütleri tarafından bölünmenin eşiğine getirilmekte idi. Yurtdışından ekonomiye dönük operasyonlarla Türkiye’ye diz çöktürme çabasına verilecek cevap sandıkta belli olacaktı.

Her ne oldu ise seçimler yapıldı, Erdoğan kazandı. Şimdi muhalefetin ve iktidarın söylemlerine bakılınca sanki Mayıs’a kadar dillendirilen tüm sorunlar bir kurgu idi ve geçti gitti.

Muhalefetin o zaman dile getirdiği sorunlarda, ekonomide atılan birkaç adımı saymazsak, değişen çok bir başlık yok. Türkiye iki ay öncesine göre daha demokratik, hukukun egemen olduğu, liyakatin sadakatin önüne geçtiği, şeffaflığın itibarının iade edildiği, kimlik gerilimlerinin sulhu salaha kavuştuğu bir ülke olmadı.

Dünün haksızlıklarının üstüne Can Atalay gibi seçilmiş milletvekili olmasına rağmen içeride tutulan kişilere karşı yeni hak ihlalleri eklendi.

Ekonominin bir günde düzelmesi zaten mümkün değildi. Üstelik seçim öncesinde ağrı kesicilerin boca edildiği bir kanser hastasının gerçek kemoterapi tedavisine geçmesi gibi katlanılması zor maliyetler eklendi. Sokaktaki ekonomik kriz daha da derinleşti.

PANORAMATR araştırmalarında gördüğümüz AK Parti’deki keskin düşüş yeni ekonomik uygulamaların vatandaşın canını ne kadar acıttığını gösteriyor.

Peki ne oldu da muhalefet bu sorunları seçim öncesi kadar gündeme getiremez oldu? Cevap basit. Muhalefet liderleri artık iktidarın faaliyetlerinden ve icraatlarından çok diğer muhalefet aktörlerinin açıklamaları ve kendi partilerindeki dengelerdeki devinimlerle ilgileniyorlar.

Muhalefetin en büyük aktörü ana muhalefet partisinde seçim yenilgisi ile yüzleşmek ve hesaplaşmak bir yana faturanın kendisine çıkarılmasında asıl sorumluluğu seçim stratejisindeki yanlışlara değil içerdeki aykırı seslere yükleme eğilimi var. “Eğer içerde çok gürültü çıkmasa idi seçim yenilgisi de bu kadar büyütülmeyecekti.” Yaklaşım bu.

İYİ Parti, seçimlere kadar çözüm bulamadığı CHPli mi CHPsiz mi, Altılı Masa’nın içinde mi dışında mı, iktidara yakın mı uzak mı gerilimini derinleştirerek seçim sonrasına taşıdı. İYİ Parti’nin gerilimi sahici. Ama bu gerilim karşısında geliştirdiği söylem ne muhalefet ne de kendisi için bir çözüm üretemiyor.
Altılı Masa’nın diğer aktörleri ise seçim öncesindeki gündem oluşturamama ve yön belirleyememe açmazını seçim sonrasında da aşabilmiş değil. Yakın gelecekte aşabileceklerine dair bir işaret görünmüyor.

İktidar da seçim öncesinde çizdiği felaket senaryolarını unutmuş durumda. Ekonominin en azından sokağa yansıyan fotoğrafı dünden daha kötü ama operasyon yapanlarla yakın fotoğraf vermek muteber hale geldi. Ülke daha dün bölünmenin eşiğindeydi ama nasılsa savunma sanayiindeki başarılar hepsini unutturdu.

Düne kadar Kürt demek Kürtçü olmak demek iken bugün kabinede hiç olmadığı kadar Kürt ağırlığı var.

Dünün kahramanı Süleyman Soylu’ya yakın isimler kameralar eşliğinde göz altına alınıyor. Halbuki Soylu’nun hukuksuzluğu neredeyse Türkiye’nin güvenliğinin teminatı idi.

Hülasa seçim öncesi ve sonrasında ülkedeki değişim en fazla açık gri ve biraz daha açık gri arasındaki fark kadarken hem muhalefet hem iktidar o zamanki felaket söylemlerinden ya vaz geçtiler ya da öncelikleri değişti.

E böyle olunca en azından söylemde seçim ülkenin sorunlarını çözmüş olmuyor mu? Vatandaş da dün neyle mücadele ediyorsa bugün belki daha fazlası ile mücadeleye devam ediyor. Siyasilerin kendi dertlerini bir kenara bırakıp tekrar vatandaşı hatırlayacağı zamana kadar.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum