Siyasetin gücü ve jeopolitik
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de DEM Parti sıralarına gitmesiyle başlayan süreç bu haftaki grup toplantılarında da gündemi belirledi. Şu ana kadar siyasilerden gelen açıklamalarda genel psikolojiyi olumsuz etkileyecek karşı bir tutum yok.
Bugün Türkiye’de yeni bir çözüm süreci ne kadar mümkün, ülke içindeki ve dışındaki aktörlerin tutumları ne durumda, daha önce başarısız olan sürecin aynısının değilse de benzerinin başarılı olma ihtimali nedir, bunların hepsi meşru ve cari sorunlar.
Ancak iki hafta içerisinde Kürt meselesi üzerinde konuşmanın, konuşabilmenin değişen psikolojisi ve bağlamı siyasetin ne kadar hayati bir gücü olduğuna işaret ediyor.
Meclis’in tatilden önceki oturumlarında Kürt meselesi en fazla DEM Partililerin ne kadar ve nasıl konuşturulmadıkları ve Sırrı Süreyya Önder’in nev-i şahsına münhasır nüktedan kişiliği ile taşı gediğine koyan tiratları ile gündeme geliyordu. Bir de özellikle MHP’nin grup toplantılarında DEM Parti’nin kapatılmasına kadar giden talepleri ile.
Bölgesel gelişmeleri bir kenara bıraktığınızda ülke içindeki siyasal denklemlerde, PKK’nın stratejik yönelimlerinde, toplumsal psikolojide ya da Kürt siyasetin gündem belirleme gücünde değişen hemen hiçbir şey yok.
Hatta 31 Mart yerel seçimleri sonrası DEM Partili belediyelerin performanslarının ilk planda oluşturduğu başlangıç aşamasındaki hayal kırıklığını, Selahattin Demirtaş’ın göreceli sessizliğini, ülke içinde terör tehdidinin hissedilir eşiğin altında olduğunu düşünürsek ‘süreç’ benzeri bir hamleye ihtiyaç da beklenti de neredeyse yok düzeyinde.
Hatta biraz da bu yüzden Bahçeli’nin ilk adımından sonra temkinli yaklaşımlar hatta müstehzi ve eleştirel tutumlar daha hâkim idi.
Ancak iktidarın ısrarlı tutumu ve neredeyse unutulma aşamasına gelmenin verdiği endişe ile DEM Parti’nim temkinli ama net olumlu yaklaşımı ile soru ve parantez içi ünlem işaretleri yerlerini daha ciddi yorumlara bıraktı.
Ne kadar doğrudur bilmek zor ama Doğu illerinden gelen bir anekdot çok şey söylüyor. DEM Parti’nin broşür dağıttığı bir noktada normalde selam vermeyecek bir esnaf gelip broşürleri alıyor ve şöyle diyor: Aslında ben sizden bu kâğıdı almazdım ama Bahçeli sizin elinizi sıktı.
On beş gün önce konuştuğunuzda sadece ilgililerin dinleyeceği kalanların ise ya duymazdan geleceği ya da sert tepkilerle mahkûm edeceği sözler makbul ve merak edilen tespitler haline geldi.
Bu satırlar yazılırken CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Selahattin Demirtaş’ı ziyaret edeceği haberi ulaştı. Niyet başka olsa da bu adım bile çok daha geniş bir normalleşme sürecinin parçası olarak okundu. Bir ay önce DEM’le demlenme gibi pejoratif, aşağılayıcı bir yargının malzemesi olurdu.
Elbette siyaset kurumunun aktörler eliyle gündeme getirdiği bu adımı makul ve anlaşılır kılan dinamik temelde bölgesel gelişmelerden kaynaklanıyor. Yani hiçbir şey oksijen çadırında kendiliğinden gerçekleşmiyor. İktidarın niyeti ne olursa olsun bunu toplumda anlaşılır kılan yükselen güvenlik riski. Bunun da toplumda bir karşılığı var.
Ama bu jeopolitik denklemin Türkiye’nin elini tümüyle rahatlatmadığını da unutmamak gerek. Bugün daha çok İran etkisi altında giren Kandil yönetiminin Tahran’ın hilafına keskin adımlar atması çok kolay değil.
Bölgede Türkiye aleyhine denklemlerin oluşmasında büyük rol oynayan İran’ın vekil güçleri ciddi darbe alırken, Tahran’ın Ankara’nın daha da çok işine yarayacak bir sürece destek vermesini bir kenara bırakalım sessiz kalması bile çok kolay değil.
Muhtemel bir mutabakatın parçası olması gereken ya da herhangi bir pazarlık sürecinin dışında bırakılması mümkün olmayan Suriye denkleminde ise oyun kurucu aktörlerden ABD’nin seçimlere kadar Türkiye lehine garantör bir rol oynaması ise ne kadar muhtemel o da bir soru işareti.
Türkiye’yi düne kadar konuşanın yanacağı bir konuda olumlu bir sürece iten jeopolitik, sonuç alınmasının önündeki temel engel haline de gelebilir. 2010 yılında başlayan Arap Baharı’nın günün sonunda çözüm sürecini dinamitleyen temel unsurlardan biri olduğunu akılda tutmak gerek.
Nihayetinde önündeki tüm engellere, ‘ama’lara, eski menfi tecrübelere, iktidarın örtük açık niyetlerine rağmen dün konuşulamayanların bugün en önemli gündem maddesi olabilmesine kredi vermek sağduyunun gereği. “İşte oldu bitti, herkes neredeyse anlaştı, tünelin ucundaki ışık kesin tüneli sonu” yorumları için erken ama gamlı baykuş olmaya da memleketin takati, mecali de yok şimdilik niyeti de.
Bunu mümkün kılan siyasetin gücü; aslında nelerin yapılabilecekken yapılmadığını, çözülebilecek iken çözülmediğini de bir kez daha görmemize imkân veriyor. Neresinden baktığınıza göre.