Zıvanadan çıkan ABD, kendini bulan Erdoğan
Onlarca düşünce kuruluşunun, binlerce uzmanın, milyonlara dolarlık fonlarla yaptığı araştırmalar, analizler ya da binlerce devlet görevlisinin ve sayısız istihbarat kaynağının düzenli bilgi aktarması kriz anında doğru kararlar alabileceğinizi garanti etmiyor.
Tarih, dini öncelikler, kişisel ön kabuller ya da kör inançlar tüm rasyonalite mekanizmasının dişlilerini tıkayıp geriye bir enkaz bırakabiliyor.
ABD, 11 Eylül 2001 saldırılarında böylesi bir tutulma yaşadı. Bir yanda hayal etmeye kalksanız edemeyeceğiniz, senaryo yazmak isteseniz yazamayacağınız detaylarla örülmüş bir saldırı bir yanda en basit analiz seviyesinin bile yanlışlığını görebileceği bir güvenlik körlüğü ABD’yi yirmi yıl içine hapsetti.
ABD, kendi ürettiği düşmanlar ve okuyamadığı sistemik tıkanmalarla mücadele ile geçen yıllardan sonra 11 Eylül uğruna girdiği Afganistan’dan kaçar gibi çıkmak zorunda kaldı.
Odağını, amacını, çerçevesini kuramadığı güvenlik stratejisinin sonunda ancak milyarlarca dolarlık silah gücünü Avrupa’ya akıtarak durdurabildiği bir Rusya ile karşılaştı Washington. Çin’in ne kadar önemli bir risk olduğu anlaşıldığında ise her şey için çok geç mi göreceğiz.
Süper güç tanımlamasını hak edecek kasları ile Biden yönetimi bugün Netanyahu gibi kendisinin de haz etmediği, kişisel hırslarının kör ettiği gözleri ile sadece ülkesini değil bölgeyi ve küresel güvenliği hiç sayan bir aktörün peşinde takılmış gidiyor.
ABD sadece Beyaz Saray’daki danışmanlardan ve siyasi kadrodan oluşmuyor elbette. İsrail de sadece tarihin onlarcasını gördüğü ırkçı liderlerden biri olan Netanyahu’dan ibaret değil.
Tarihi kompleksler, anlık reflekslerin üzerine çıkamayan vizyon daralması ve her şeyden öte kendisinden başka hiç kimseyi insan yerine koymayan narsist bir ülkenin hezeyanları ABD’yi 11 Eylül’den daha derin bir bunalıma sürükleme potansiyeli taşıyor.
Biden’ın bölge ziyaretinde diğer ülke liderleri ile görüşemeden sadece Netanyahu ile kucaklaşarak dönmesinden milyarlarca dolarlık silah yardımına, en gelişmiş uçak gemileri ile destek ilan etmesinden Amerikalı kongre üyelerinin İsrail’de gözü kara cümlelerle herkese İsrail adına ayar vermesine kadar ABD kelimenin tam anlamı ile zıvanadan çıkmak üzere.
Küresel bir gücün olaylara makro bir perspektiften ve çok boyutlu olarak bakması gereken Dışişleri Bakanı’nın dini kimliği, ‘Yahudi olarak buradayım’ cümlesi ile, o güçlü kasları esir almış durumda.
Analizi kısıtlı, öngörüsü yetersiz, duyguları kabarmış bir gücün zararı ise günün sonunda sadece kendine olmayacak.
Aynı 11 Eylül’de olduğu gibi, söyleme geldiğinde ABD’den özerk güvenlik ve dış politika yapılanması ile kendi özgül ağırlığını oluşturma iddiasındaki Avrupa yine transatlantik sanrı nöbetinde Amerika’yla yarışıyor.
ABD’nin İsrail yanındaki fütursuzluğuna Avrupa’nın Holokost’tan gelen suçluluk psikolojisi ve korkuları eşlik ediyor. Avrupa’nın motor gücü olma iddiasındaki ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrası ölçek büyütme iddiasındaki Almanya, İsrail terörü ve tarihin yükü karşısında en ürkek ve edilgen ülkelerden biri haline geldi. Küresel güç dengeleri değil Berlin sokaklarındaki iki metrekarelik Filistin bayrağı Alman aklını esir almaya yetiyor.
Batı kampında 11 Eylül’den farklılaşan ise toplumların vicdanı ve İsrail’e duyulan öfke. Yönetimlerin içinde olduğu nöbete karşın sağduyulu sesler ülkelerini kendine getirmeye çalışıyor.
Ankara ise biraz olayın şoku, biraz vizyon daralması, bir nebze kendi kendini esir ettiği ekonomik ve siyasi kısıtlar içerisinde ancak dün kendine gelebildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu tür krizlerde anlam kazanan kişisel tonu ile Türkiye’yi olması gereken yere oturtmaya çalıştı.
“İsrail devletiyle bir sorunumuz yok ama İsrail’in uyguladığı mezalimi devlet yerine örgüt gibi hareket etme tarzını asla tasvip etmedik, etmeyeceğiz. İsrail, 7 Ekim’den beri Gazze’deki masum insanlara karşı, tarihin en kanlı, en iğrenç, en vahşi saldırılarından birini gerçekleştiriyor. … Hamas bir terör örgütü değil topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur.”
Erdoğan, AK Parti grubunda iyi hazırlanmış konuşması ile hem toplumda biriken öfkeye akacak bir mecra gösterdi hem de kendisinden gelmesine kimsenin şaşırmayacağı uçlara savrulmamayı başardı.
“Kuru hamasete, Türkiye ve Filistin halkına fayda getirmeyecek adımlara, stratejisiz hamlelere de tevessül etmeyeceklerini” söyleyen Cumhurbaşkanı, Uluslararası Filistin-İsrail Barış Konferansı’ndan garantörlük mekanizmasına kadar bir dizi öneri getirdi. “Filistin halkının kendi içinde birliğini ve beraberliğini sağlayarak, yekvücut olarak hareket etmesi şarttır” sözlerinin muhatabı da hem Gazze hem Ramallah.
Mevcut İsrail yönetiminin arkasına aldığı Batı desteği ve esiri olduğu dini etnik taassup ile rasyonel öneri duyacak hali yok. Ama kadın, çocuk yaşlı demeden işlediği cinayetlerin hesabının sorulmaması bölgenin geçmişine aykırı. 7 Ekim bu birikimin bir sonucu idi.
Mesele unutulmayacak yeni savaş başlangıcı tarihleri icat etmek değil, barış masaları kurmak. Görünen o ki kısa vadede de bunu kuracak irade kimsede yok.