Futbol, demokrasi ve soygun
Çok iddialı bir söz söylemek istiyorum; bu ülkede futbol sahalarına ne zaman adalet ve kulüplerin idaresine de kalite gelirse hayatımızın kalitesi artacak ve demokrasimiz de normalleşecektir.
Futbol, milyonları peşinden koşturan ve adil mücadelenin en az olduğu, milyon dolarların harcandığı bir sektör. Başarı için o kadar çok parametrenin alt alta dizilmesi gerekiyor ki bunlardan çoğunu gerçekleştirmeniz bile sizi başarıya götür(e)meyebilir. Özellikle saha içinde iyi olmanız tek başına yeterli değil.
***
Futbolumuzun bitmeyen tartışması yabancı sayısı. Federasyon kademeli bir düşüş isterken kulüplerin ne istediği belirsiz. İşin komik tarafı iki üç kulüp hariç hemen hemen bütün kulüpler batık ve devletin göz yumması olmasa şimdiye kadar ya satılmış ya da kapılarına çoktan kilit vurulmuştu.
Pek çok konuda yangından mal kaçırır gibi kanun çıkarılan ülkemizde, sorumsuz sorumlu yönetici kimliği ile kulüplerin soyulmasını engelleyecek bir yönetmelik yıllardır bir türlü çıkarılamıyor.
Dünyanın pek çok yerinde yasadışı kabul edilecek uygulamalar maalesef ülkemizde normal. Düşünsenize başkan olduğunda cebindeki kredi kartlarını ödemekte zorlanan beyefendiler başkanlık ya da yöneticilik sıfatı ile hem saygınlık kazanıyor hem de sınıf atlıyorlar.
***
Kulüpler; transferler ve sözleşmeler üzerinden tuhaf bir şekilde soyuluyor. Sözleşmesinde yazan paranın bir kısmını birilerine ödemek zorunda olmayan futbolcu yok gibi ve bu durum neredeyse normal karşılanıyor.
Geçen yıllarda İngiltere’ye transfer olan bir futbolcuya kulüp tarafından iki kalemde ödeme yapıldığı bir kalemin futbolcuya diğer kalemin ise futbolcu üzerinden eski kulübüne ödendiği ve geride hala ödenmesi gereken 2-3 yıllık bir bedel olduğu ortaya çıkmıştı.
Oynamayan oyuncusunu ikinci lige milyon dolarlara satandan tutun da futbolcusunu bir bedel karşılığı başka takıma kiralayıp bütçede yer açan ama diğer taraftan futbolcunun tüm alacaklarını fazlası ile ödeyen kulüpler bu durumu bizlere yöneticilik becerisi olarak sunuyor.
Malzeme alımları ve diğer işleri çok da açmaya gerek yok. Örneğin bugünlerde taraftardan yardım isteyen bir kulübümüzde 2-3 yıl önce taraftara satılmak üzere hibe alınan ama taraftara da satılmayan kayıp yüzlerce cep telefonundan bahsediliyor.
***
Neyse biz yabancı sayısının sınırlandırılmasına geri dönelim.
Önce şunu söyleyeyim ki cebinde Türk pasaportu var diye 3. sınıf topçuların Avrupa’nın birinci sınıf topçularının kazanamadıkları paraları kazandıkları ve bonservisler ödendiği dönemlere geri dönülmesini sanırım hiçbir futbolsever istemiyor.
Beşiktaş’tan örnek vereyim ki tarafgir davranıyor demesinler. Sırf Beşiktaş altyapısından yetiştiği için yıllardır Beşiktaş’tan başka hiçbir kulübün vermeyeceği bol sıfırlı sözleşme imzalayıp kulübede oturan iyi çocuklarımız var.
Yetenek başka bir şey verdikleri başka bir şey; kaptanlığa kadar çıkmış ve üç yıldır hiçbir şey yapmadan -pardon kulaklarını kapatmayı iyi biliyor- milyon Eurolar kazanan topçumuz var. Hollanda’dan saçma sapan -aslında doğduğu yerin mantalitesine göre doğru- demeçler veriyor. Bir de gol attığını pek görmedik ama “adı gol demek” diye yakıştırılan ikinci ligde güçlükle oynayabilecek bir futbolcuya yıllarca çok büyük paralar ödendi.
Yabancı sınırı tartışılırken çoğumuz Dorukhan’a sözleşme uzatmadığı için kızıyoruz; iyi de yabancı sınırının geleceğini duyan ortalama bir futbolcu kılını bile kıpırdatmadan -Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzon, Başakşehir’den biri ya da birkaçının Beşiktaş’ın vereceğinin daha fazlasını vereceği ortada iken- hakkettiğinin 3-5 katı para kazanabileceğini bilirken niye imza atsın ki?
Yine Beşiktaş’tan gidelim; yabancı sınırı varken Beşiktaş birçok yerli futbolcusu ile sözleşme uzatmış ve bu sözleşmeler elinde patlamıştı. Akıllı bir yönetimin TFF’yi mahkemeye vermesi gerekmez miydi bizi kandırdınız diye…
**
Kulüplerin batmasının sebebi yabancı sayısının sınırsızlığı değil TFF ve yönetimlerin kulüpleri soygun düzenine alet etmeleridir. Bu çarpık düzenden o kadar çok kişi ekmek yiyor ki kimse bu düzene dur demek istemiyor.
Başkanların yaptıklarından sorumsuz oldukları bir düzende böyle saçmalıkların olması da gayet doğal.
Aslına bakarsanız kulüplere başkan olmak isteyenlerin kulüplerin başkan unvanını kullanılmaları karşılığı çok ciddi isim hakkı ödemeleri gerekir.
Beşiktaş’la devam edelim… Sayın Fikret Orman, Serdar Bilgili ve Yıldırım Demirören hepsi işadamı ama işadamlıklarında kaç kişi onları sokakta görse tanırdı? Şimdi ise başkanlıktan ayrılmalarına rağmen futbola az çok ilgili duyan herkes bu isimleri sokakta görse tanır. Bu Beşiktaş’ın büyüklüğüdür ve bu isimler Beşiktaş’tan kazandıkları itibarın karşılığını ne kadar iyi ödedikleri de diğer birçok kulüp gibi Beşiktaş’ın da batık durumda olması gösteriyor.
Üst siyaset hadi bir de bu konuya el atın…