Ölümsüz hikayelerin bilgesi: Aytmatov
Özgürlük, insanın ruhunda başlar. Ruhun tutsak olduğu yerde, zincirlerin hükmü sonsuz olur.” Aytmatov.
Cengiz Aytmatov, şüphesiz dünya edebiyatının en nadide hikâyecilerinden biridir. Birbirinin devamı olan fakat birbirinin taklidi olmayan hikâye üslubuyla yerinin doldurulması mümkün olmayan bir yazardır.
Victor Hugo “Büyük acılar büyük yazarlar doğurur” der. Aytmatov, Sovyet rejiminin zulmü altında babası ve amcası öldürülmüş, “vatan haini çocuğu” yaftasıyla yerle bir edilmiş bir çocuk olarak, acılarla büyür. Kendisi ve kardeşleri, hayatları boyunca atalarına yapılan zulmün izlerini sürer ve Stalin sonrası babaları için iade-i itibar alana dek mücadelelerine devam eder.
Kırgız diline sahip çıktığı için öldürülen bir babadan, Kırgız edebiyatını dünyaya duyuran bir evlada uzanan bitmeyen bir yolculuktur bu.
Aytmatov hikâyeciliğinin en büyük farkı, tarif edilemez güzellikteki mekân tasvirleridir. O bunu öyle ustaca yapar ki okurken kendinizi hiç görmediğiniz Kırgız bozkırlarında, kolhoz tarlalarında, tarifsiz bir gün batımında, buz gibi bir ırmağın kenarında bulabilirsiniz. Hikâyesinin sokaklarında kaybolmak isteyen herkes için eşsiz bir dünyadır onun edebiyatı.
Hikâyelerinin içeriğindeki derinlik, kurgu zenginliği ve özgünlüğü Orta Asya’nın en kadim göçebe topluluklarından biri olan Kırgız halkının çok yönlü yaşamından beslenir. İsimler, akrabalık ilişkileri, büyükanneler ve büyükbabalar, Manas Destanı’nın etkileri, halk geleneğinin folklorik üslubu, deyişler, türküler ve efsaneler, Aytmatov hikâyelerindeki renkliliğin temel taşlarıdır.
Aytmatov, bir röportajında Kırgız halk kültürüne bağlılığını şöyle anlatır:
“Mitoloji, masallar, efsaneler eski insanların yaşadığı olaylardır. Bunlar, kulaktan kulağa aktarılan tarihî zenginliklerdir. Eskiden bize kalan kültürel miraslardır. Bugünün teknolojisi ile bu değerler arasında bağlantı kurmakta fayda görüyorum. Ben ve benim gibi yazarlar, halkın tecrübelerini, tarihini anlatan bu tür zenginlikleri kitaplarımızda kullanıyoruz. Bu da anlatıma ayrı bir güzellik, ayrı bir derinlik katıyor.”
Aytmatov’un edebiyatında din ve inanç da sarsılmaz bir unsurdur. Sovyet rejiminin tüm baskılarına rağmen Kırgız halkı inancını, imanını yitirmemiştir; Aytmatov da öyle...
Eserlerinde İslamiyet’in yanı sıra, Şaman kültüründen izler taşıyan gelenekleri de görebiliriz. Hem kadim olanı bırakmamış hem de yeni dinini eski gelenekleriyle harmanlamıştır. Şaman izleri taşıyan din inancı hikâyelerinde belirgin bir şekilde hissedilir.
Aytmatov, birçok eserinde, baskı altında tutulan bireyin özgürlüğünü kazanma mücadelesini anlatır. Toprak Ana ve Cemile bu anlatımın en güçlü örneklerindendir. Savaşın geride bıraktığı kırık dökük hayatlar, yaşama tutunma çabaları ve yorgun gözler, onun hikâye kahramanlarının ruh hâlini özetler. Mitolojiye doğrudan başvurmak yerine onu hikâyelerine alt zemin olarak işleyen Aytmatov, bu yönüyle eşine az rastlanır bir edebi servetin sahibidir.
Unutulmaz Türk filmi Selvi Boylum Al Yazmalım, yine onun derin hikâyelerinden bir tanesinin uyarlaması olsa da bizleri bu hikâyenin içinde kaybettiren en mühim duygu, sıradanlığı, kaybolup giden insanın öyküsünü büyük bir destana çevirmesidir.
Küçük insanların küçük hikâyelerini büyük seslenişlere dönüştürerek, masalsı gerçek kahramanlar yaratır. “Cemile” öyküsü ise edebiyatının zirvesidir. 1958 yılında Novy Mir (Yeni Dünya) isimli dergide yayımlandığında tüm dünyada büyük yankı uyandırmış, Fransız şair Louis Aragon, Cemileyi “dünyanın en güzel aşk hikâyesi” olarak tanımlamıştır. Kahramanların iletişim dili sözler değil, melodilerdir. Danyar’ın çığırdığı türkülerle aşkı duyumsarken, Cemile’nin iç dünyasındaki eşsiz duygulara şahit oluruz. Kelimelerin yuları Aytmatov’un elindedir ve onların aşkını anlatırken, o büyülü mekânı da hayallerimize fon yaparız. İşte o büyük öykücülüğün sırrı buradadır…
Aytmatov edebiyatında tarih kadar, kültür kadar değişmez bir diğer unsur da “Ana Kara” yani vatandır. Toprağı, yaşadığı coğrafyanın ana parçası olarak gördüğü için, doğup büyüdüğü bu topraklara olan borcunu anlatılarıyla ödemeye çalışır. Onun bakış açısı doğaya endekslidir; her şey bir doğa olayının içinde yaşanır. Toprak, Allah’tan sonra en kutsal olan mefhumdur. Toprak Anada şu cümleler onun toprakla kurduğu bağı özetler:
“Ey dağların, denizlerin öbür tarafındaki insanlar! Siz ki mavi göğün altında yaşıyorsunuz, savaş neyinize gerek? Ben toprağım, bana bakın! Ben her biriniz için aynıyım ve siz de benim gözümde eşitsiniz. Sabah izime bir çekirdek, bir tohum tanesi atın, size yüz katını vereyim, küçük bir fidan dikin, kocaman bir çınar vereyim! Evler kurun, temel olayım! Üreyin, çoğalın, hepinize güzel bir barınak olayım! Derinim, yükseğim, büyüğüm, ucum bucağım da yok… Hepinize yeterim ben.”
Acı kadar tanıdık, aşk kadar yakın, çocukluğumuz kadar özlenen enstantaneler Aytmatov’un eserlerinden bize kalandır. Asla unutulmayacak hüzünler, hep üşümekle ve özlemle yoğrulmuş satırlar...
Kitaplarını elime tutuşturan babama, bana yazma aşkını veren Aytmatov’a sonsuz hürmetlerimle.
