Panoptikonun sessiz çemberi
“Gözetimin en büyük başarısı, artık kimsenin gözetlendiğine inanmamasıdır.”
Fakültedeyken mitoloji ve ikonografi derslerini büyük bir ilgiyle takip ederdim. Benim için bu dersler, geçmişin sembollerini çözmekten çok, insanın varoluşunu hangi imgelerle anlattığını kavrama biçimiydi. Tanrıların öfkesi, kahramanların yenilgisi, insanın korku karşısındaki çaresizliği bana hep bugünü hatırlatırdı.
O dönemlerde insanlar korkularını taşlara kazır, kendilerini ve tanrılarını o izlerle hatırlatırdı. Zamanla taş yerini kelimelere bıraktı, korku kutsal bir imgeden sessiz bir dile sığındı. İnsan kendini göstermeyi sürdürdü, fakat anlatmanın biçimi değişti. Bugünlerde her yazıdan, her tartışmadan sonra, yüz gözüyle her şeyi gören ama hiçbir bakışı tam anlamlandıramayan Argos’u hatırlıyorum.
Argos Panoptis, Yunan mitolojisinde nemf İo’nun kardeşi, yüz gözüyle her şeyi gören bir varlıktı. Tanrıça Hera’nın hizmetindeydi ve hiçbir zaman tamamen uyumazdı, çünkü gözlerinden birkaçı her daim açıktı. Panoptis (Πανόπτης) kelimesi “her şeyi gören” anlamına gelir. Argos’un görevi İo’yu izlemekti hem korumak hem de kaçmasını engellemek için. Bu hikâye, insanın gözetilme duygusuyla kurduğu en eski ilişkilerden birini anlatır. Gözetim burada bir güvenlik önlemi izlenimi verse de aslında tahakkümün en incelikli biçimidir.
İngiliz filozof ve hukukçu Jeremy Bentham, modern faydacılık (utilitarianism) felsefesinin kurucusu olarak kabul edilir. Bireyin mutluluğunu toplumsal faydanın ölçüsüne dönüştüren bu düşünce, aklın düzenine duyulan güveni ahlakın merkezine yerleştirir. Ancak bu düzen insana huzur değil, itaati öğretir. Bentham’ın tahayyül ettiği toplumda düzenin kaynağı vicdanın sesiyle kurulmaz, ölçülebilir davranışlarla tanımlanır. Bu yüzden onun adı yalnızca bir ahlak teorisini değil, modern gözetimin mimarisini de hatırlatır. Bentham modern çağın Argos’u sayılabilir çünkü aklı, görmenin bir tür iktidara dönüşmesinin aracı hâline getirmiştir.
Bentham 18. yüzyılın sonunda Avrupa toplumunun kaostan düzen üretme arayışını yeniden tanımlarken “Panoptikon” adını verdiği yapıyı tasarladı. Bu ad mitolojik Panoptis’ten gelir. Bentham da onun gibi her şeyi gören ama asla görülmeyen bir bakış inşa etmeyi amaçlamıştı. Ortasında gözetleme kulesi, çevresinde dairesel hücreleri bulunan bu mimari düzen, mahkûmların birbirini göremediği fakat her an izlendiğini hissettiği bir dünya kuruyordu. Gözetim Tanrı’nın mutlak bakışından aklın soğuk denetimine evrilirken korku görünür cezalardan uzaklaşarak bilincin derinliklerine yerleşti. Bedenin zincirleri çözülürken zihnin duvarları sessizce örüldü.
Bentham’ın bu mimarisi zamanla bir yapıdan çok bir yönetim tekniğine dönüştü. Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu’nda anlattığı disiplin toplumu, tam da bu dönüşümün sonucudur. Modern iktidar cezayı bir gösteri olmaktan çıkararak gündelik rutine dönüştürür. İnsan, zincirlerinin çözülmesiyle özgürleşmez, yalnızca yeni bağlarını içselleştirir. Disiplin dışarıdan dayatılan bir otoriteden çok, içte yankılanan bir sese dönüşür.
Bugün bu içselleştirilmiş gözetim, hayatın her alanında kendini hissettiriyor. Denetim artık kurumsal mekanizmalardan değil, muktedirin gölgesinde şekillenen toplumsal reflekslerden de besleniyor. Görünmez bir ağ, her düşüncenin etrafına sessiz bir çember örüyor. Bir cümle kuruyorsun, bir düşünce paylaşıyorsun, hemen bir niyet biçiliyor. Pusuda bekleyen gözler, anlamdan çok niyet arıyor. Herkesin içinde küçük bir Panoptis var hem kendine hem başkasına çevrilmiş bir bakış. Sosyal medya, Bentham’ın o dairesel yapısının dijital izdüşümüne dönüştü. Kalabalık ve sessiz. Görülmek artık var olmanın şartı, sessizlik ise var kalmanın yolu.
Bu gözetim yalnızca dijital bir alışkanlık değil, siyasal bir stratejiye de dönüştü. Artık cezalandırma salt açık infaz biçiminde değil, itibarın gölgesinde de işliyor. Herkesin başında görünmez bir dosya, herkesin cümlesinde potansiyel bir delil var. Suç, işlenenden çok ima edilene dönüşüyor. Bir haksızlığa uğramak için bazen bir yazı, bazen bir tweet, bazen de yalnızca yanlış yerde durmak yetiyor. İnsan kendini savunmadan önce niyetini temize çıkarmaya çalışıyor çünkü salt fiiller değil, zihinler de denetleniyor. İşte Bentham’ın Panoptikonu artık demir parmaklıklardan kurtulmuş, hukukun ve medyanın diline sızmış haldedir.
Bazı insanlar hâlâ görünmez duvarların içinde yaşamayı sürdürüyor. İddianamesi yazılmamış dosyalar, uzun bekleyişlerin gölgesinde zaman ağır ve haksızca akıyor. Panoptikonun inşa ettiği soyut disiplin sistemi burada hâlâ betondan, demir parmaklıklı biçimiyle varlığını sürdürüyor. Gözetim pasifize etmenin yöntemi olmuş, alınan nefesleri de tek tek sayıyor. Ne düşündüğümüzden çok, neyi düşünmeye izin verildiği belirliyor artık her şeyi; özgürlük, hukukun değil, yanlış anlamaların diline sığınmış bir kelimeye dönüştü.
Yine de bütün sistemlerin unuttuğu bir şey var. Bakışın gücü, ancak görülmeye razı olanlar kadardır ve tarih, panoptik düzeni yaranların hikâyeleriyle doludur. Tıpkı “Kelebek” filminde, Steve McQueen’in canlandırdığı Papillon’un yıllarca kazdığı o daracık tünelde olduğu gibi, gözetimin en mutlak biçimi dahi insanın özgürlük arzusuna karşı çaresiz kalır. Söke söke özgürlüğünü alanlar bazen bir duvarın arkasını kazıyarak, bazen bir kelimenin anlamını değiştirerek, bazen de sadece susmamayı seçerek bu sessiz çemberi kırdı. Gözetimin en zayıf anı, görülenin bakışı iade ettiği andır. O anda sistem kendi aynasında çatlar.
Argos’un yüz gözü bugün ekranlarda, haber bültenlerinde, akışlarda parlıyor. Gözlerin hiçbiri tamamen kapanmıyor. Birkaçı açık kaldıkça sistem varlığını sürdürüyor. Ama bazen o gözlerden biri kapanır, çünkü birileri izlenmeye razı olmaktan vazgeçer.
