Erenköyü’nden unutulan birkaç köşk ve eski dostlardan bazıları...

“Menemenli Sait Paşa’nın köşkü, tren hattının hemen altında, Kâşaneler Sokağı’nda, on dört dönümlük bir arazinin içindeydi. İki katlı ahşap köşk bahçe duvarına bitişikmiş. Paşanın vefâtından sonra zevcesi Saide Hanım, mahdûmu Sait Bey ve kerîmesi Fatma Hanım köşkü sadece yazlık olarak kullanmaya başlamışlar.”

Sultan II’nci Abdülhamid’in kerîmelerinden Şâdiye Sultan, her yıl Mayıs ayının başlarında Erenköyü’ne sayfiyeye gelir, otuz altı odalı köşkünde kışa kadar otururmuş. Arazisinde bağlar, bahçeler ve bostanlar vardır. Vâlidesi Emsâl-i Nur Hanım’dı, ‘24’de hilâfet kaldırılıp Osmanlı hanedânı sürgüne giderken, Emsâl-i Nur Kadınefendi de kızı Şâdiye Sultan ile beraber Paris’e gitmiştir. Ancak herkes memleket hasretine dayanamaz, Emsâl-i Nur Kadınefendi de onlardandır, kocaları hayatta olmayan hanedândan hanımların Türkiye’de kalmalarına izin verilmesinden yararlanarak birkaç yıl sonra İstanbul’a dönmüştür.

Önce Nişantaşı’nda kızına ait eski konakta yaşamaya başlar, ama orasının satılması üzerineyse Erenköyü’ndeki harap köşkün bir odasına sığınır. Erenköyü de ‘48 yılında Maliye tarafından satılınca, seksen iki yaşında sokakta kalacaktır.

‘34 yılında Kaya soyismini alan Emsâl-i Nur Kadınefendi, kızı Şâdiye Sultan’ın ve torunu Samiye’nin Türkiye’ye girmeleri yasak olduğu için yapayalnızdı. Bu yüzden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bir dilekçe göndererek, devlete ait bir binâda müstahdem olarak kalmasına izin verilmesini istemiştir. Cumhurbaşkanlığı dilekçesini 6 Nisan 1948 günü Başbakanlık’a, Başbakanlık da 8 Nisan 1948 günü Maliye Bakanlığı’na havale eder. Başbakanlık, Emsâl-i Nur Kadınefendi’nin durumunun araştırılmasını ve yardıma muhtaç durumdaysa Millî Emlâk’a ait binâlardan birinde oturmasına izin verilmesini istiyordu.

Evsiz ve yardıma muhtaç olan Emsâl-i Nur Kadınefendi 20 Kasım 1950 günü seksen dört yaşındayken vefât etti. Şâdiye Sultan ise, Avrupa’nın değişik yerlerinde ve Amerika’da kaldıktan sonra ‘52’de hanedâna mensûp kadınlara Türkiye’ye giriş izni verilmesi üzerine İstanbul’a döndü. Uzun yıllar boyunca sıkıntı içerisinde yaşadı. Maalesef başını sokacak bir yer bulamadı. Bunun üzerine, Şekerci Hacı Bekir onu Cihangir’de bir bodrum katına yerleştirdi ve Şâdiye Sultan 20 Kasım 1977 günü doksan bir yaşında o bodrumda vefât etti.

Şâdiye Sultan iki evlilik yapmıştı. İlk zevci Fahir Bey’di, onun vefâtından sonraysa Sevr Anlaşması’nı imzalayan heyetten Reşad Halis ile nikâhlanmıştı. Ne var ki, Reşad Halis’in ‘44’deki vefâtı üzerine o da tek başına kalmıştı. Şâdiye Sultan’ın Fahir Bey’den olma kızı Samiye ise New York’taydı. Murat Bardakçı’nın onun Amerika Birleşik Devletleri’nde bir kızılderiliyle evlendiğini yazdığını anımsıyorum. Ben de araştırdım, nüfus kayıtlarında, ‘92’de vefât eden Samiye Sultan Fahir’in Larry D’arodaca ile evlilik yaptığını görülüyor.

Menemenli Sait Paşa’nın köşkü, tren hattının hemen altında, Kâşaneler Sokağı’nda, on dört dönümlük bir arazinin içindeydi. İki katlı ahşap köşk bahçe duvarına bitişikmiş. Fotoğraflarından ve anılardan çıkardığımıza nazaran, köşkün, Şerafet Sokağı ve Kantarcı Rıza Sokağı tarafında iki ek binâsı daha bulunuyormuş. Paşanın vefâtından sonra zevcesi Saide Hanım, mahdûmu Sait Bey ve kerîmesi Fatma Hanım köşkü sadece yazlık olarak kullanmaya başlamışlar. Medâr-ı mâişet işte, müştemelât kirâya verilmiş, onlardan birine de ‘30 yılında Sedat Umran’ın annesi Emine Şadiye, dedesi Hüseyin Hüsnü Erten, ninesi Münire Hanım, teyzesi Nebahat Hanım, teyzesinin kızları Rana ve Necla taşınmışlar.

Sedat Umran, soranlara kendilerinin Sait Paşa’nın akrabasından olduklarını söylermiş. Mevzû-i bahis binâya, pederi Mehmet Kâzım’ın, ‘29 yılında mahdûmu Sedat henüz dört yaşındayken, Emine Şadiye Hanım’dan boşanması üzerine taşındıkları kesindir. Onların ikamet ettikleri binânın da ‘43 yılında yandığını biliyorum.

‘50’li yıllarda bir gün, Menemenli Sait Paşa’nın mahdûmu Sait Taşçı Bey, rahmetli Dr. Müfit Ekdal’i, vâlidesi Saide Hanım’ı muayene ettirmek için köşke götürmüştür. Ağabeyimiz de, o gün gördüklerini, “Yüksek duvarlarla çevrili bahçeye bir kanadı yarı açık demir kapıdan girdik. Bakımsız bahçeyi yabani otlar kaplamıştı. Etrâfında ağaç biçiminde betondan yapılmış süsler bulunan harap ve kuru bir havuz dikkatimi çekmişti, onun hemen arkasındaysa yıkılmış bir binânın temel taşları duruyordu. Duvara bitişik iki katlı, oldukça harap bir eve girdik, pencerelerdeki goblen perdeler eskimiş, rengi solmuş, Fransız malı masa ve sandalyelerse tanınmaz bir hâle gelmişlerdi,” şeklinde ifâde etmişti. Müfid Ekdal’ın temel taşlarını gördüğü yıkılmış binâ, ‘43 yılında yanan müştemelâtın kalıntıları olmalıdır. Sait Taşçı Bey, Mualla Hanım ile evlenince, Saide Hanım ile kızı Fatma Hanım yalnız kalmışlardır. Kışları köşkte bir bekçi bırakıp, Piyer Loti’deki evlerine taşınırlarmış. Maalesef, bekçinin kazaen sobayı devirmesiyle çıkan bir yangın sonucunda, o iki katlı ahşap da yanmış.

İlhami Bekir, 38’inci Mektep’te müdür muâvinliği yaptığı yıllarda, Memet Fuat’ın ve Murat Sarıca’nın hocasıdır, Kantarcı Rıza Sokak’ta Menemenli Sait Paşa’nınkine komşu bir köşkün müştemelâtında kirâcı olarak kalmıştır. Mithat Paşa’nın köşkününün kirâcılarından Nâzım Hikmet onu sık sık ziyâret edip, bir defasında da kendisinden isim vermeden Zeki Baştımar’ı saklamasını istemiştir. Bunu daha önce yazdığımdan, ayrıntılarını geçiyorum. Ama, İlhami Bekir’in, biz Suâdiye’de otururken, ‘76 öncesinde, o müştemelâtın yerini bana gösterdiğini anımsıyorum, şimdi tam olarak çıkartabilir miyim, işte ondan pek emin değilim.

Erenköyü istasyonunun karşısına 1320 yılında bir cami ile bir sıbyan mektebi yaptıran Nâfıa Nâzırı Mustafa Zihni Paşa’nın köşkü, istasyon binâsının biraz yukarısındaydı. Mustafa Zihni Paşa 1911’de Erenköyü’nde vefât ettikten sonra köşkün bir kısmı paşazâdelerin ihmalkârlığı sonucunda yanmıştır. Yanan köşk sonradan onarılarak yirmi bir odalı bir binâya dönüştürülür. Ratip Tahir Burak ile evli olan Mustafa Zihni Paşa’nın torunu Behin Hanım orayı ‘53 yılında Refik Erduran’a kirâlar. Ancak devreye önemli şahsiyetlerin girmesi neticesinde binânın kirâcılığı bir müddet sonra Refik Erduran’dan askeriyeye geçer. Böylelikle Mustafa Zihni Paşa’nın köşkü 12 Mart 1971 askerî darbesi döneminde “Ziverbey Köşkü” olarak anılan işkence merkezi olur. İlhami Soysal, Celil Gürkan, Talât Turhan ve İlhan Selçuk orada ağır işkence gören isimlerden. Hadi, İlhami Soysal’ı ve İlhan Selçuk’u geçtim, yahu Celil Gürkan tümgeneraldi, Talât Turhan da kurmay yarbay rütbesinden emekliydi.

Şimdi, geriye dönüyorum ve İstasyon Caddesi üzerindeki Panayır Fırın’dan bir ay çöreği alıp doğruca Ethem Efendi Caddesi’ne çıkıyorum. Tam karşıda, cadde üzerinde, aşağıya inişte sağda, bakımsız bir bahçenin içindeki bir buçuk katlı kâgirde Necip Fazıl kirâcıydı. Üstâdımızın Fenerbahçe Lisesi’nden tarihçimiz Selçuk Kısakürek ile hısımlığı vardı, Necip Fazıl’ın evine de beni hocam götürmüştü. Selçuk Hanım’ın kabri, Karaca Ahmed Mezarlığı’nda, Şakirin Camii’nin musalla taşlarının hemen arka tarafında, sağda. Şakirin Camii’ne her gidişimde mutlaka kabrini ziyâret ederim. Necip Fazıl’ın hemen altındaysa, cadde üzerinde, 55 numaralı Manolya Apartmanı’nda Yurdaer Erkoca oturuyordu, kendisini 2016 yılında kanserden kaybettik, ondan biraz daha yukarıda da, yani Şemsettin Günaltay Caddesi’ne çıkışta, Yüksel Ekşioğlu’nun baba evi bulunuyordu. Maalesef 2024 yazında Yüksel kardeşimiz de gelmeze gitti, aslında çoğu şöhretten daha iyi bir şâirdi, ama ısrârlarımıza rağmen şiirlerini yayınlatmadı. ‘80 başlarında Ankara’da okuyordu, Ankara’ya her gidişimde Behçet Aysan ve Ahmet Erhan ile mutlaka Yüksel’in evinde buluşurdum.

Cadde üstündeki Bizim Balık’ı geçip sola sapınca, eskiden oraya Birinci Çıkmaz denirdi, sonradan hangi akla hizmet Kemal Okvuran Sokak yaptılar, anlamak mümkün değil, 9 numaralı Demir Apartmanı’nda Mehmet Ulukan’ın kapısını çalabilirdiniz. Mehmet, ‘80 öncesinin solcu subaylarındandı, 12 Eylül’de ordudan ihraç edildi, uzunca bir müddet yönetmen yardımcılığı ve senaristlik yaptı, peşinden “Kilit”, “Aşk Yakar” ve “Gurbet Yolcuları” filmlerini çekti, üsteğmenliğinde onunla İstanbul’da ve Kayseri’de hayli keyifli günler geçirmiştik. Hakkını aradı ve aldı. Bugün albay rütbesinden emekliliğini Urla’da yaşıyor. Birinci Çıkmaz’dan Şemsettin Günaltay Caddesi’ne doğru yürürseniz de, soldaki Üçüncü Çıkmaz’da bir başka solcu subay arkadaşımız, Erdal Karahallı ile karşılaşırdınız, Erdal da ordudan üsteğmenken ihraç edilenlerdendi.

Erenköyü’nde oturmamalarına rağmen sıklıkla Erenköyü’nde görüştüğüm iki arkadaşım daha vardı: Plaj Yolu, Mehtap Sokak, Okşan Apartmanı’ndan Nurçay Türkoğlu, sinema arkadaşımdır. Göztepe, Mustafa Mazhar Bey Caddesi, No. 32/10’dan Nurcan Çakıroğlu, Kadıköyü-Eminönü hattından vapur arkadaşımdı, maalesef kendisini ‘97’de çok genç yaştayken karaciğer yetmezliğinden kaybettik. Nurçay demişken, isterseniz Ethem Efendi Caddesi’nden Plaj Yolu’na, yani Caddebostanı’na doğru yürüyelim.

Caddebostanı, çok eskiden Ruphinianus’muş, buna mukabil Jules G. Pargoire’ye kadar Ruphinianus’un nerede olduğunu bir bilen çıkmamıştır. Ruphinianus’un başta Kadıköyü’nde ve Üsküdar’da arandığı akıllardadır. Meletios, orasının Kadıköyü ile Üsküdar arasdında bir yerde olması gerektiğini belirtirken, Skarlatos Byzantios, Hammer ve Aleksandre G. Paspatis, Haydarpaşa çayırı mıntıkasına dikkat çekmişlerdir. Ruphinianus için Patrik Konstantinos’un gönlüyse bugünkü Harem civârındaydı. Sir William M. Ramsay’ın da, büyük bir isâbetle, mahallin Kadıköyü’nün üç mil doğusunda olduğunu yazdığını biliyoruz. Ancak, Ruphinianus’un, isim vererek, günümüzdeki Caddebostanı olduğu fikrini ilk ortaya atansa Jules G. Pargoire’dir. Raymond Janin, onun fikrinin doğru olma ihtimalinin kuvvetli olduğunu söyleyince de, Ruphinianus mahallinin bugünkü Caddebostanı olduğu kabûl görmüştür.

16’ncı yüzyılda Petrus Gyllius, Ruphinianus’un daha önce Drys diye anıldığını yazıyor. 403 yılındaki Sindiana Konsili’nin Drys’de yapıldığını anımsayacaksınızdır. İmparator Arkadios devrinde Flavius Ruphinos’a nazaran mahallin ismi Ruphinianus olarak değiştirilmesine rağmen, Drys isminin de uzunca bir müddet kullanılmaya devâm etmiş olabileceği mümkündür. Aslında, Ruphinianus’un Drys olduğu vakitleri handiyse hiç bilinmiyor. Belki de imparatorluk açısından küçük ve önem derecesi düşük bir mevkiydi. Ch. Texier ise, Drys isminin “meşelik” anlamına geldiğini yazmıştı. Bu doğru olabilir, çünkü oralarda Osmanlı devrinde dahi meşelikler arasında bostanlar varmış. Eşkıyalar insanın girmeye korktuğu o meşeliklerde ve bostanlarda saklandıkları için de, mahal, halk arasında Cadıbostanı olarak anılıyordu. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonraysa, bir şeâmet yuvası olan meşelikler ve bostanlar temizlenince, mahallin ölü topraklar kabilinden geniş arazisi, Osmanlı ricâl-i devletinin Batılılaşma mâcerâsında önce bir sayfiye, ardındansa onların toprak satarak para kazanma mübtelâlıklarına kaynak olacaktır.

Peki, Cadıbostanı nasıl Caddebostanı olmuştur? Bunu da Refik Halid’den öğreniyoruz. “Mahalde yeni köşk yaptıran nüfûzlu zâta Sarayda soruyorlar. Yazın hangi semtte ikamet buyuruluyor Paşa hazretleri? O da Cadıbostanı’nda diye yanıtlıyor. Ümmi paşanın verdiği bu sade yanıt, Yıldız’da hoş olmayan bir tesir hâsıl ediyor. Serkarin, kilercibaşı, tütüncübaşı, kiştapçıbaşı, başkâtip, kızlarağası veya bir başka saray kodamanının odasında, herkes başını önüne eğiyor, derin, manâlı bir sükût! İşte bu tesir neticesinde, paşa, semtin ismini değiştiriyor. Cadı, cadde oluyor. Ondan sonra da Caddebostanı aşağı, Caddebostanı yukarı.” Semtin ismini Caddebostanı yapan paşamıza gelinceyse, kendisi Avni Paşa mıdır, Horoz Ali Paşa mıdır, yoksa Ragıp Paşa mıdır, inanın onu Refik Halid de, Sermet Muhtar da söylemiyor...

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
2 Yorum