Yargıda sorun, “cezasızlık algısı” mı, “ceza aldatmacası” mı?
Hukuk ve ceza yargılaması jargonunda ve günlük dilimizde sıkça kullandığımız bir kavram var:
“Cezasızlık algısı…”
Buradan kastedilen, “işlenen suçların faillerinin yakalanmaması, yargılanmaması, cezalandırılmaması; yakalandıklarında ise ceza almadan ya da yeterince cezalandırılmadan serbest bırakılmalarıyla” ilgili toplumda oluşan algıdır.
Suçluların yakalanmadan veya yakalansalar da bir yolunu bulup cezalarını çekmeden polisten veya yargıdan kaçarak halkın içinde serbestçe dolaşmalarını, yani yaptıklarının yanlarına kâr kalmasını ifade eden “cezasızlık durumu,” aslında bir algıdan öte doğrudan doğruya bir gerçekliği, “cezasızlık gerçeğini” ifade etmektedir.
Gerçekten kastedildiği gibi “cezasızlık algısı” olması için; suç işleyenlerin usulüne uygun yargılanıp hakettikleri cezayı aldıkları ve cezalarını gerektiği şekilde çektikleri halde, toplumda “cezalandırılmıyorlarmış” gibi anlaşılmaları gerekir.
Oysa, gerçek, tamamen bunun tersidir. Bu nedenle, ortada var olan sorun, “cezasızlık algısı” değil, “cezasızlık olgusu”dur.
Buna karşılık, gerçekten “algı” olarak nitelendirilecek şey, suç işleyenlerin polisten veya yargıdan kaçmalarına veya yakalanıp belli cezalara çarptırıldıkları halde eften püften sebeplerle cezalarını çekmeden salıverilmelerine rağmen; toplumda “cezalandırıldıklarına” dair oluşturulan izlenim, yani sahte bir “cezalandırılmışlık” durumudur.
Bu nedenle, yaşanan bu durum için kullanılacak en uygun terim, “cezasızlık algısı” yerine, “cezalandırılmışlık algısı” veya “cezalandırma aldatmacası” olmalıdır.
Her gün medyaya yansıyan, “falan suç şebekesi çökertildi,” “falan olayın failleri ele geçirildi,” “falan cinayetin zanlısı yakalandı” haberlerinde, yakalananların polislerce başlarına bastırılarak ekip arabasına bindirildiklerini veya kelepçeli olarak adliyeye götürüldüklerini gösteren video yayınları; halkta; “Helal olsun, devlet çalışıyor. Nihayet yolun sonuna geldiler, yakayı ele verdiler” düşüncesini oluşturur, yüreklerinde bir ferahlama ve güvenlik otoritesine yönelik güçlü bir güven duygusu uyandırır.
Öte yandan, bazı suçluların yargılanmasına yönelik “falan olayın failleri hakkında hakim karar verdi” veya “falan suç örgütünün elemanlarına mahkemece ceza yağdırıldı” haberleri de benzer şekilde insanların zihninde; “suçluların hakettikleri cezaya çarptırıldıkları ve adaletin yerini bulduğu” yönünde bir kanaat ve kamu vicdanında bir tatmin oluşturur.
Aslında durum bu kadar basit ve olaylar göründüğü gibi değildir.
Görüntüleri seyredenler, kelepçeli vaziyette polislerin arasında götürülenlerin bu tür suçları defalarca işlemelerinden ve her defasında işin içinden sıyrılmalarından doğan pişkinliklerini fark etmedikleri gibi; sabıka koleksiyonlarına kaçıncı suç kaydını eklediklerinin de bilincinde değillerdir.
Yakalanma haberlerini duyanlar, sanki bir “musibetten kurtulunduğunu,” “suçlunun veya zanlının artık mağdurlar ve toplum için bir tehdit olmaktan çıktığını” sanırlar. Oysa, yakalananların çoğu hakkında “delil yetersizliğinden takipsizlik” kararı verileceğini veya “ifadeleri alınarak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılacaklarını,” sonuçta adliyenin bir kapısından girip öbür kapısından çıkacakların düşünemezler.
Öte yandan, “suçlular yargılanarak haklarında gerekli cezalar verildi” haberini duyanlar, verilen cezaların gerektiği şekilde uygulanacağını, mahkumların öngörülen süre kadar cezaevinde yatacaklarını sanırlar. Oysa, kimi yargılama öncesi ve yargılama sırasında, kimi ceza verildikten sonra infaz aşamasında devreye girecek düzenleme ve uygulamalarla; cezalarda indirime gidileceğini, sürelerinin kısaltılacağını, şartlarının değiştirileceğini, böylelikle cezaların neredeyse “yok mesabesine” indirileceğini idrak edemezler.
Bu kapsamda, çeşitli aşamalarda sistemin işleyiş kurallarının budanmasını ve “kuşa döndürülmesini” sağlayan yol ve araçları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
-Ceza indirimi,
-Etkin pişmanlık,
-Hükmün açıklanmasının geri bırakılması,
-Ceza ertelemesi,
-Adli para cezasına çevirme,
-Hapis cezasının tedbire çevrilmesi,
-Şartlı salıverilme (İyi halden serbest bırakılma),
-Denetimli serbestlik,
-Açık cezaevine ayrılma,
-Genel ve özel af,
-İnfazın ertelenmesi,
-Cezaevi dışında infaz (evde ceza)
İşin en çarpıcı tarafı, defalarca suç işleyen “suç makinelerinin” de işledikleri suçların sayısına bakılmaksızın, çoğu defa bu indirim, kısaltma ve kolaylaştırmalardan yararlanmasıdır.
Yeni tanımlamamızla “cezasızlık olgusu” ve “cezalandırılmışlık algısı,” güvenlik ve adalet sisteminin caydırıcı ve cezalandırıcı rolü ile suçlunun kamu düzeninini tehdit potansiyeli ve insanların can ve mal güvenliklerine zarar verme riski arasındaki işlevsel bağın kopmuş bulunduğunu ortaya koyan bir “gösterge sonuçtur.”
Türkiye’de, yargılama ve infaz düzeninin caydırıcılık ve cezalandırıcılık gücünün tükendiğinin ve göstermelik bir mekanizmaya dönüştüğünün yansıması ve göstergesi olan somut durum ve sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz:
-Tecrübeli ve pişkin suçlular, sistemin boşluklarından nasıl yararlanacaklarını; suç takip, yargılama, cezalandırma ve infaz aşamaları arasındaki işlevsel kopukluk ve uyumsuzlukları nasıl avantaja çevireceklerini çok iyi biliyorlar.
-Suçlular; polis, savcılık, mahkeme ve cezaevi personeli ile sık sık yüz yüze gelmeyi, tutuklama ve yargılama süreçleriyle boğuşmayı ve birlikte yaşamayı profesyonel suç hayatlarının sıradan bir meşgalesi olarak görüyorlar. Her defasında üstesinden geldikleri ve cenderesinden kolaylıkla sıyrıldıkları bu mekan ve aşamaları, arada bir uğrayıp “soluklandıkları duraklar” ve birikimlerini daha da arttıran profesyonel “deneyim kazanma alanları” olarak kullanıyorlar.
-Cezaevlerindeki mahkum yoğunluğu ve yaşanan izdiham, “infaz indirimi” politikalarını tetikliyor.
“İnfaz Paketi” taslağından önce, Türkiye’de belirli suçlar için yasada yer alan ceza süreleri ile gerçekte fiilen yatılan süreler şöyledir:
-Kasten yaralama (Basit-silahla-eşe karşı):
Ortalama ceza: 1-3 yıl, Fiilen yatılan süre: 0-3 ay (Genelde ertelenir)
-Dolandırıcılık (Nitelikli-tekrar eden):
Ortalama ceza: 3-7 yıl, Fiilen yatılan süre: 6 ay-1.5 yıl
-Gasp (Yağma): Ortalama ceza: 5-10 yıl, Fiilen yatılan süre: 1-2 yıl
ABD, Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi hukuk ve ceza sistemleri gelişmiş ülkelerin bu kapsamdaki uygulamalarını şu şekilde örnekleyebiliriz:
-İyi hal indirimi, sadece disiplinli ve sorunsuz mahkûmlara uygulanır ve genellikle küçük oranlardadır (örneğin cezanın %10’u).
-Şartlı salıverilme mümkündür, ancak “gerçekten iyi hal” durumuna bağlıdır ve genellikle cezanın en az yarısı, hatta üçte ikisi infaz edildikten sonra uygulanır.
-Denetimli serbestlik, ciddi ve tekrar eden suçlarda çok kısıtlıdır.
-Tekrar tekrar suç işleyenlere yönelik cezalar, artan şekilde uygulanır.
-Adli kontrol veya doğrudan salıverme oldukça nadirdir.
-Türkiye’de sıklıkla uygulanan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması,” “denetimli serbestlik” ya da “cezanın ertelenmesi” gibi uygulamalar, özellikle ciddi suçlar söz konusu olduğunda çok nadir uygulanır.
-Cezalandırmaya yönelik yargı kararları ve ceza süreleri; çok daha tutarlı, caydırıcı ve kamu vicdanını rahatlatıcı düzeydedir.
-Cezaların infazı çok daha sıkı denetlenir.
-Suç işleme oranı yüksek gruplara yönelik ceza uygulamalarında, sistem çok daha katı ve tavizsizdir.
Mecliste kabul edilerek yasalaşan, kısmen fiili hapis yatma zorunluluğu getirse de esasen cezaevlerindeki yoğunluğu azaltma amaçlı mahkumların yaygın ve kapsamlı biçimde tahliye edilmelerini sağlayan “yeni infaz paketi,” ne yazık ki yargı ve ceza sisteminin mevcut sorunlarının giderek kronikleşmesini önleyemeyecektir.














