En kötü ihtimal Türkiye’de...
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın geçen hafta Bilim Kurulu toplantısının ardından yaptığı, tedirginlik ve kızgınlığa neden olan “Aşı tedariki önümüzdeki 2 ay için güçleşiyor ancak sonrasında aşı bolluğu yaşanması bekleniyor” sözlerine dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma namazı çıkışında şöyle açıklık getirmeye çalıştı:
“Aşı tedarikinde ben herhangi bir sıkıntı yaşayacağımızı kabul etmiyorum. Şu anda bir defa elimizde zaten aşımız var, yeteri derecede var. Sayın Putin ile yapacağımız görüşmeden de bu işle ilgili çok ciddi bir miktarda Sputnik aşısı inşallah Rusya'dan gelecek. Bu arada Biontech Almanya'dan onun verilmiş sözü var, o da inşallah gelecek. Bazı ihtimaller diyorum çünkü görüşmeyi henüz yapmadım ama (Çin Devlet Başkanı) Şi Cinping ile de bizim önümüzdeki ayın ilk yarısında bu konuyla ilgili bir görüşmemiz olacak. Oradan da tekrar ciddi bir miktarda aşının gelmesiyle zaten bu sayıyı yakalamış olacağız. Yani ben inşallah fevkalade bir durum olacağına inanmıyorum. Yerli aşıda da üniversiteler, bazı ilaç firmaları yoğun bir çalışma içerisinde. Yani bana öyle geliyor ki onların bana verdikleri söze dayanarak konuşuyorum, eylül-ekim gibi onların üretime geçeceğine inanıyorum. Üniversitelerimizin Erciyes gibi, aynı şekilde Ankara'daki üniversitelerimiz onların çalışmaları var ve büyük ihtimalle eylül-ekim gibi oralardan da inşallah aşılarımız üretime geçmiş olacak.”
Elimizde iki farklı açıklama var. Sağlık Bakanı, Bilim Kurulu ile toplantısının ardından “Önümüzdeki iki ay aşı tedariki güçleşiyor” derken, Cumhurbaşkanı, Cuma Namazı’nın ardından “Aşı tedarikinde ben herhangi bir sıkıntı yaşayacağımızı kabul etmiyorum. Şu anda bir defa elimizde zaten aşımız var, yeteri derecede var” dedi.
Fakat Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından elimizde yeteri derece aşı olduğu sonucunu çıkarmak güç.
Daha çok elimizde verilmiş veya verileceğine inanılan sözler var denebilir.
Ama altını çizmek gerekir ki bunlar sözleşmeler değil, sözler...
Henüz ABD ve AB tarafından onaylanmamış Rus aşısı Sputnik için Putin’den, zaten gelmiş olması gereken Sinovac aşısı için ise önümüzdeki ayın ortasında görüşülecek Şi Cinping’den aşı bekleniyor.
Bir de BionTech’in “verilmiş sözü” var.
Ama neyse ki onun için Merkel’le görüşmeye gerek yok.
Tek başına bu konuşma; Türkiye’nin aşı tercihleri, yönetim tarzı, dünyadaki yerinin neresi olması gerektiği hakkında çok şey söylüyor.
Türkiye, aşı tedariğini bile Cumhurbaşkanı’nın görüşmeleri düzeyinde, aldığı şahsi sözlerle çözmeye çalışıyor.
Bir tarafta aşı alabilmek için lideriyle görüşmeniz, dış politika başlıklarında onları ikna etmeniz, belki tavizler vermeniz gereken, verdikleri aşı sözlerini bile tıp dışı gerekçelerle iptal edebilen, bunu size karşı diplomatik bir koz olarak kullanan ülkeler var.
Diğer tarafta doğrudan aşı üreticisiyle muhatap olabildiğiniz, aşı almak için Merkel’le Doğu Akdeniz, mülteciler üzerine pazarlık yapmanız gerekmeyen ülkeler var.
Üstelik artık herkes kabul ediyor ki ilk ülkelerin aşıları, ikinci ülkelerinkinden daha az etkin.
Sadece Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı’nın son üç ay içindeki beş açıklamasını arka arkaya okumak bile aşı tercihi ve tedariğinde nerede yanlış yapıldığını görmek için yeterli:
10 Şubat: Koca: “Hedef, nüfusumuzun en az yüzde 60'ının aşılanmasını sağlamak. Ülkemiz ise yaklaşık 15 milyon doz aşıyı temin etti ve toplamda 100 milyon dozdan fazla aşı için anlaşmalarını tamamladı.”
25 Şubat: Koca: “Toplamda baktığımızda 52,5 milyon insanımız, 20 yaşın üzerinde herkesi yapabilir duruma gelmiş olacağız. Ne zamana kadar? En geç mayıs ayına kadar bitirmek istiyoruz, hazirana gelmeden bu sayıyı yakalamak istiyoruz. 24 Kasım'da Sinovac ile sözleşme yaptık. Devamında da 50 milyon doz için yapıldığını söylemiştim. 100 milyon doz için sözleşme yapıldı. Toplamda şu an nisan, en geç mayıs ayı sonuna kadar 105 milyon doz aşıya erişeceğimizi biliyoruz.”
21 Mart: Erdoğan: "Süreç ne getirir ne götürür tam bilemiyoruz, temenni ederiz ki mayıs haziran gibi bu iş tamamlansın, bitsin. Yaz mevsimine de çok daha huzurlu bir şekilde girmiş olalım. Biz hazırlıklarımızı yapıyoruz ve Çin'den aldığımız aşıların dışında, dünde Çin Dışişleri Bakanı ile de bunları etraflıca görüştüm. Bizim Çin ile yaptığımız ilk anlaşma aslında 100 milyon faz aşıydı. Bunun ilk etabı 50 milyon fazdı. Şu an itibariyle bu 50 milyon faz aşı henüz bize ulaşmış değil, Şubat sonu itibariyle bize ulaşacak idi. Dün kendilerine bunu tekrar hatırlattım. Dedim ki, 'bu 50 milyon faz aşıyı biz sizden süratle bekletiyoruz çünkü sözleşmemiz bu istikametteydi', 'ben bunu yakında takip edeceğim, bunu sayın başkanla da görüşeceğim' dedi ve 'bu yetmez 100 milyon anlaşmamız var, bu da Nisan sonu itibariyleydi' dedim, 'bunları konuşacağım, görüşeceğim ve size de bunları bildireceğim' dedi.”
27 Mart: Koca: “Çin hükümeti tüm aşı üreticilerine sınırlama koydu. Önce 'Çin’e vereceksiniz' dedi. Bu yüzden çok aksama var. Buna rağmen alabiliyoruz. Çin aşısının Faz-3 çalışmalarına katılmasak biz de aşıyı bulamazdık."
28 Nisan: “Aşı tedariki önümüzdeki iki ay için güçleşiyor ancak sonrasında aşı bolluğu yaşanması bekleniyor. Türkiye, Sputnik V aşısından 6 ay içinde 50 milyon doz almak için anlaşma imzaladı. İlk sevkiyat mayıs ayı içinde gerçekleşecek.”
Peki ne oldu da 2021 yılının Mayıs ayına girerken Türkiye’nin aşı ümidi Cumhurbaşkanı’nın Putin ve Şi Cinping’le görüşmelerinin sonuçlarına kaldı?
Soruyu şöyle de sorabiliriz; Türkiye neden almak için devlet başkanlarıyla pazarlık etmeniz gerekmeyen etkinliği en yüksek Pfizer/Biontech aşısı için bu kadar geç kaldı?
Aslında Pfizer, Türkiye’ye yabancı olmayan bir şirket.
1957’den bu yana Menderes’in tahsis ettiği İstanbul’un göbeği Ortaköy’deki merkezinde faaliyet gösteriyor. Hali hazırda Türkiye’nin ulusal aşı programında olan ve bütün bebeklere yapılan çocuk zatürresi pnömokok aşısını Sağlık Bakanlığı Pfizer’den alıyor. Bu aşı Pendik’te üretiliyor.
Pfizer Türkiye’nin yöneticileri Türk, ABD’de başında olan Albert Burla, Osmanlı’nın ünlü Burla ailesinden gelen Selanikli bir Yunan Yahudi’si. Aşıyı birlikte ürettikleri BionTech’in sahipleri zaten Türk.
Yani tanıdık, diğer rakiplerine göre daha yerli-milli, Türkiye’ye bir kol mesafesinde bir aşıydı Pfizer/Biontech.
Ama sonuçta karşımızda torpille, iltimasla, ricayla, minnetle ya da bağlı oldukları ülkenin dış politika öncelikleri ve tercihlerine göre iş yapmayan bir şirket ve onun dünyayı kasıp kavuran bir hastalık için bütün dünyanın peşinde olduğu aşısı vardı.
Bu aşıyı almak için zamanla yarış da çok erken başlamıştı.
Pfizer’in resmi sitesine göre Pfizer ile BionTech, Covid-19’a karşı mRNA teknolojisiyle aşı üretimi için anlaşmaya vardıklarını 17 Mart 2020 günü bütün dünyaya duyurdular.
Yani bir yıldan fazla önce, Türkiye’de ilk korona vakasının görülmesinden altı gün sonra.
Bu duyuruların tabii bir amacı vardı.
Bütün dünyanın merakla beklediği aşı için önceden siparişler alıp, anlaşmalar yapmak.
Beklenen anlaşmalar da yaz ayıyla birlikte yapılmaya başlandı.
Nitekim Pfizer/Biontech, ilk anlaşmasını 22 Temmuz 2020’de ABD Sağlık Bakanlığı ile yaptığını açıkladı: 2021’de teslim edilmek üzere 100 milyon doz artı gerekirse 500 milyon doz.
31 Temmuz 2020’de ABD’yi Japonya izledi. Japonya, yine 2021’in ilk yarısında teslim almak üzere 120 milyon dozluk ilk siparişini verdi.
5 Ağustos’ta Pfizer Kanada’yla anlaşmaya vardığını açıkladı. Yine 2021’in başında teslim edilmek üzere.
Ve 9 Eylül’de Avrupa Birliği, Pfizer/Biontech ile 300 milyon dozluk aşı için anlaşma yaptı.
2020 yazı ve sonbaharı boyunca İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Malezya, Güney Kore gibi ülkeler 2021’de teslim almak üzere Pfizer/Biontech’e ilk doz aşı siparişlerini vermişlerdi.
Sadece zengin ülkeler yapmadılar bunu. Mesela 36 milyon nüfuslu Peru bile 8 Eylül 2020’de 10 milyon doz sipariş için Pfizer/Biontech ile anlaşmıştı.
Dikkatinizi çekmiştir.
Bütün bu siparişler Biontech’in aşının yüzde 95 etkili olduğu açıklamasını yaptığı 9 Kasım 2020’den aylar önce verilmişti.
Pfizer/Biontech, yaz ve sonbahar boyu bu anlaşmaları duyururken üretim hedeflerini de eklemişlerdi: 2020 bitimine kadar 100 milyon doz, 2021 sonuna kadar 1.4 milyar doz.
Yani sınırsız bir kaynaktan bahsetmiyoruz, bütün dünyanın peşinde olduğu ama sınırlı bir üretim kapasitesi olan bir aşı vardı karşımızda.
Aşının Faz 3 denemelerinde Türkiye’den İstanbul ve Ankara Tıp Fakülteleri hastaneleri de yer almış, 2020 yazı ve sonbaharında İstanbul ve Ankara’daki gönüllülere aşılar yapılmıştı.
Yani Türkiye de bu aşının farkındaydı.
Ama bu aşıyla ilgili Türkiye’nin ilk resmi teması 9 Kasım’daki açıklamadan üç gün sonra geldi.
12 Kasım’da Sağlık Bakanı şöyle bir açıklama yaptı:
“Prof. Dr. Uğur Şahin’le bir telefon görüşmesi yaptım. Prof. Şahin, Özlem Türeci ile Almanya’da, kendi şirketleri olan BioNTech’te COVID-19’a karşı bilim çevrelerinde ilgi uyandıran bir aşı geliştirdi. Görüşmede bu gelişmeyi ele aldık. Bakanlık olarak süreçte iletişim halindeydik.”
Peki bu iletişim nasıl bir iletişimdi?
İletişimin Biontech tarafına bakalım.
Aşının yüzde 95 etkili olduğu açıklamasının ertesi günü Prof. Uğur Şahin, dünyadaki pek çok medya kuruluşundan önce Türkiye’den DHA’ya gayet akıcı Türkçesiyle konuşmuştu:
“Türkiye için de Sağlık Bakanlığı ile görüşmeler gerçekleştirmemiz gerekecek. Bir protokol imzalandığı taktirde Ocak-Şubat-Mart aylarında Türkiye’ye de aşı dozlarını getirme imkanı doğacak. Sağlık Bakanlığı kaç doza ihtiyaç olduğu ve ne zaman gerekli olduğunu bildirdiği taktirde, Türkiye için de yeterince aşı ayırmayı istiyoruz.”
Yani Sağlık Bakanı’nın “Bakanlık olarak süreçte iletişim halindeydik” dediği iletişim bir sipariş iletişimi değildi.
Şahin, daha sonra Türkiye ile ilgili yaptığı tüm açıklamalarına “Sağlık Bakanlığı’yla görüşmelerin sürdüğü” bilgisini ekledi. Türkiye’de Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı da “BionTech ve Uğur Hoca’yla görüşmelerin sürdüğü”nü söyledi.
Ama o görüşmeler uzun süre bir anlaşmayla sonuçlanmadı.
Peru bile sipariş vermişken, Türkiye, Kasım ortasına kadar Pfizer/Biontech’e sipariş vermemiş haldeydi.
Üstelik aşıyı bulan çift Perulu değildi.
Nedense o günlerde bütün dünya Dr. Özlem Derici ve Prof.Dr Uğur Şahin çiftini tebrik ederken, Balkan şampiyonalarında madalya kazanan sporcular için bile telefonlar açan, tweetler atan Cumhurbaşkanı ve bakanlardan kimse iki Türk bilim insanının başarısı için tek bir tweet bile atmamıştı. Almanya’daki Türk bilim adamlarının dünyanın alkışladığı başarısı, Ankara’yı pek heyecanlandırmamış gözüküyordu.
Herhalde dikkatinizi çekmiştir. Türkiye, diğer ülkelerin aksine aşı konusunda, bu aşının üretim, satış ve pazarlamasından sorumlu Pfizer’le değil, doğrudan Biontech ile, Uğur Şahin ile muhatap oldu.
Uğur Şahin, doğduğu ve yetiştiği iki ülkeye en baştan özel ilgi göstermiş, Almanya ve Türkiye ile ilişkileri bizzat kendisinin götürmek istediğini Pfizer’a ilettiği iddia edilmişti.
Peki Türkiye, neden BionTech ile bu ayrıcalıklı ilişkisini kullanıp erkenden siparişlerini vermedi?
8 Aralık 2020’de Sağlık Bakanı Koca’nın yaptığı açıklamadan okuyalım:
“İki Türk'ün başarısı ile övünüyoruz. İlk günden itibaren irtibattaydık. Türkiye'de Faz 3 çalışması için izin verdiğimiz kaç aşı var? İki. Biri, BioNTech. O arkadaşlar olmasa BioNTech'e vermezdik. Niye verdik? Vatandaştaki etkisini görerek, satın almak için. Ama (onlar) '1 milyondan fazla veremeyiz' dedi. 2021 için 25 milyon verebileceklerini söylediler. Ben '2021'in Nisanı'ndan sonra aşıya ihtiyacım olmayacak. Çünkü benim aşım devreye girecek. Nisan dahil, bana ne kadar aşı verirseniz, alırım' dedim. Fazla veremeyeceklerini söylediler. O onların stratejisi… Nisana kadar verecekleri bir miktar var ama yeterli değil. Onu artırmaya çalışıyoruz."
“Yalnızca AstraZeneca için değil BioNTech için de söylüyorum. Bunlar ‘mRNA' aşısı. Genetik yollarla elde edilen aşılar. Erken dönemde antikor ve hücresel bağışıklık geliştirme anlamında başarı ortaya koymuş olabilirler. Ama orta ve uzun vadeli sonuçlarını dünya bilmiyor. Çünkü salgında mRNA yöntemiyle ilk kez kullanılıyor."
Açıklamaya bakınca Türkiye’nin neden sipariş vermekte geç kaldığı görülüyor.
Birinci sebep: yerli ve milli takıntısıydı. Ortada acil bir durum varken bile yerli ve milli hassasiyeti bırakılmadı.
Türkiye, nisan ayında zaten yerli aşı gelecek rahatlığıyla davrandı.
Bakan Koca’nın Aralık ayında Biontech’e söylediği “Ben '2021'in Nisanı'ndan sonra aşıya ihtiyacım olmayacak. Çünkü benim aşım devreye girecek. Nisan dahil, bana ne kadar aşı verirseniz, alırım' dedim” sözleri bu rahatlığı gösteriyor.
2 Ocak 2021 hala Cumhurbaşkanı, "İnşallah en geç nisan ayında geliştirme çalışmaları süren kendi aşılarımızı da kullanıma hazır hale getirmiş olacağız" diyordu.
Son açıklamalara göre yerli aşı ancak 2021 sonbaharda hazır olabilecek. Yani altı aylık bir projeksiyon hatası var. O da yerli aşı Eylül-Ekim’de hazır olursa. Bu takıntının Türkiye’ye maliyeti ağır oldu.
Ama bu yerli ve milli hassasiyeti, sadece yeterli aşı sipariş yerine yerli aşının beklenmesine neden olmadı.
Biontech ile görüşmelerde de aşının Tübitak ile birlikte Türkiye’de üretilmesinin, meselenin aciliyetine rağmen hep pazarlığın bir parçası olduğu anlaşılıyor.
Örneğin, 1 Ocak 20212de Cumhurbaşkanı yine Cuma Namazı çıkışı yaptığı açıklamada “Almanya ile yaptığımız görüşmelerde bir ortak üretim meselesi de söz konusu. Bu konuda TÜBİTAK çalışmasını sürdürüyor" demişti.
En son üç gün önce Almanya’da Yabancı Gazeteciler Cemiyeti’nin online toplantısında konuşan Uğur Şahin, bu konudaki Türkiye’nin ısrarının aşı siparişinde gecikmenin sebeplerinden biri olduğunu teyit eden sözler söyledi:
“Türkiye'ye hemen, mümkün olan en çok doz aşıyı vermeyi çok isterdik. Ama bu aşıları bizim üretmemiz gerekiyor. İlk dozları gönderdik, şimdi daha fazlasını teslim etmeyi görüşüyoruz. Ama üretim kapasitelerimizi ne oranda buna ayırabileceğimize bakmak zorundayız. Her şey yolunda giderse, Haziran’da 30 milyona yakın doz aşı göndermek istiyoruz. Temmuz ve Ağustos aylarında da ilave dozlar için görüşmeler yürütüyoruz. Aşı üretimi için TÜBİTAK ile konuştuk. Ancak üretim faaliyetlerini şimdi başlatsak bile ancak 2022’de yol almış olabileceğiz. Oysa bu, hemen şimdi duyulan aşı ihtiyacına yanıt vermiyor. Bu nedenle şu anda mevcut ağımız ile ilerlemek zorundayız.”
Pfize/Biontech siparişinde geç kalmanın ikinci nedeni: mRNA aşılarına duyulan güvensizlikti.
Bugün, Çinli sağlık yöneticileri de dahil olmak üzere bütün dünya en yüksek etkinlik oranı ve en az yan etkiye sahip aşının Biontech’in mRNA aşısı olduğunu kabul ediyor.
Peki, altı ay önce ABD, AB, Japonya, İsrail, Avustralya’nın güvendiği teknolojiye Türkiye neden güvenememişti?
Sağlık Bakanı, o günlerde yaptığı açıklamalarda bu güvensizliğini açıkça ifade etmişti: “Bunlar ‘mRNA' aşısı. Genetik yollarla elde edilen aşılar. Erken dönemde antikor ve hücresel bağışıklık geliştirme anlamında başarı ortaya koymuş olabilirler. Ama orta ve uzun vadeli sonuçlarını dünya bilmiyor.”
İşte burada da ideolojik ön yargılar, tıbbi kaygıların önüne geçmiş olabilir.
Türkiye’de muhafazakar kesimde her zaman güçlü bir aşı karşıtlığı, modern tıbba karşı şüphe vardı. Alternatif tıp, fitotreapiye yoğun ilgisinin öncüsü uzun yıllar Türkiye’de yaşayan Özbek muhalif lider Muhammed Salih’in 2014’de vefat eden eşi Aidin Salih’ti. Aidin Salih, muhafazakar çevrelerde büyük bir etki yarattı. Sıkı bir aşı karşıtıydı. Aşıların yarattığı etkiler üzerine yazdı, çocukların aşılanmasının risklerini anlattı. Aidin Salih’in alternatif tıp fikirlerinden etkilenenlerden biri de Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan’dı. Hatta vefatından sonra “Aidin Ekolü” adlı bir bilimsel konferansa öncülük etmişti. Aidin Salih’in öğrencilerinden Sümeyra Merve Kılınç Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı oldu. Cumhurbaşkanlığı’nın sağlık başdanışmanlarından bir diğeri de yine fitoterapi uzmanı Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu. Saraçoğlu koronavirüsü önlemek için “adaçayı ve ebegümeci karışımının kaynatılmasıyla elde edilen gargaranın kullanılması”nı önermişti.
Özellikle koronavirüs aşısında kullanılan yeni mRNA teknolojisi, “genetiğimizle oynamak istiyorlar” komplo teorilerini güçlendirdi. mRNA aşılarına destek veren Bill Gates’a karşı şüpheler, geleneksel Batı-karşıtlığıyla birleşti. Bütün bunlar en başta Pfizer/ Biontech aşısı yerine geleneksel yöntemlerle yapılan Sinovac gibi inaktif aşıların tercihini etkilemiş olabilir.
Sonuçta iktidarın aşı ile ilgili tercihini Bilim Kurulu’na ya da Sağlık Bakanlığı’na bırakmadığını tahmin etmek zor değil. Sadece son bir yılda olan bitenden bile “Bilim Kurulu ne derse o olur” denmediğini biliyoruz.
Üçüncü etken tabii hakkında daha az bilgiye sahip olduğumuz alandaki faktörler: Çin ile ilişkiler, aşıların ekonomik maliyeti, neye karşılık alındığı, Sinovac aşısında ortaya çıkan iktidara yakın yetkili şirketin lobisi ve benzer şirketlerin-çevrelerin kar güdüleri...
Sonucu hepimiz biliyoruz.
ABD, İngiltere ve İsrail nüfuslarını aşılayıp sokaklarda maske takma yasağını kademe olarak kaldırıyor, Almanya bir günde 1.1 milyon insanı aşılama rakamlarına ulaştı, en arkadan gelen Fransa’da Macron Haziran’da 18 yaş üstü isteyen herkese aşı yapılacağını açıkladı.
Dünyada son bir ayda vaka sayılarının en çok arttığı ilk beş ülke arasında yer alan Türkiye ise hala aşı arama aşamasında.
2021’in Nisan sonunda hala önümüzdeki iki ay aşı bulmakta güçlük çekileceğini öğreniyoruz.
Aşı tedariğinde güçlükler yaşanacağı açıklanan önümüzdeki iki ay, 18 günlük kapanmaya denk geldi. Yani kapanma hızlı bir aşılanmayla desteklenemeyecek.
Bu arada her gün 400’e yakın insan aşısı bulunan bir hastalık için ölmeye devam ediyor.
Eğer Türkiye, milli ve yerli hassasiyetini, ideolojik önyargıları ve diğer diplomatik öncelikleri bir kenara bırakıp, meselenin aciliyetine ve hayatiyetine uygun olarak en baştan ve erkenden Pfizer/Biontech aşısı siparişi veren ülkelerden biri olsaydı, bugün aşı için Putin’le Ukrayna’yı, Şi Cinping’le Doğu Türkistan’ı konuşmak zorunda kalınmayabilirdi.
Ama öyle yapılmadı.
Biontech’e zamanında yeterince sipariş verilmedi, yerli aşı yetişmedi, Çinliler sözünü tutmadı, Ruslar Putin’le görüşmeye göre aşı verecek.
Yani evet, “en kötü ihmal Türkiye’de...” yaşanıyor.