Milliyetçiliğin gazına basmak muhalefete oy getirir mi?
MetroPOLL’ün her ay yaptığı Türkiye’nin Nabzı araştırmasının Temmuz ayı verilerine göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görev onayı Haziran ayına göre 1 puan artarak yüzde 48.1’e yükseldi.
Yüzde 1, böyle anketlerde sapma payı olarak küçük görünebilir.
Ama esas mesele son bir ayda ekonomi başta olmak üzere herhangi bir alanda bir iyileşme olmamasına hatta bir iyileşme ışığı bile görünmemesine rağmen onay oranın neden arttığı ya da en azından sabit kaldığı?
Anketin verilerine doğru inince daha şaşırtıcı bir sonuç çıkıyor karşınıza.
Bu artışın partilere göre dağılımında Erdoğan’a görev onay oranın en çok yükseldiği iki parti göze çarpıyor. Haziran’da yüzde 31 olan onay oranı yüzde 68.4’e çıkan Saadet Partisi ve Haziran’da yüzde 12.4 olan onay oranı yüzde 32.9’a çıkan HDP.
İyi Parti’de de bu oran yüzde 9.9’dan yüzde 23’e çıkmış. CHP seçmenlerinde Haziran’da yüzde 11 olan bu oran yüzde 4 gerilemiş, MHP’de 53’den 76’ya yükselmiş.
Anket, büyük bir yönetim krizine dönen yangınların başlamasından önce yapılmış.
Anket sonuçlarına bakılırsa, Cumhurbaşkanı her ne yaptıysa; CHP seçmenini kendisine karşı daha da keskinleştirmiş ama sağ ve Kürt seçmenin bir kısmının bir miktar gönlünü çelmiş.
Peki, Temmuz ayında ne olmuştu?
Bütün haziran ayının baş gündemi olan Sedat Peker videoları, 3 Temmuz’da son bulmuş, Peker etkisi azalmaya başlamıştı.
Temmuz ayının Türkiye’de iki büyük gündemi vardı:
Ay başından itibaren kalabalık gruplar halinde sınırdan Türkiye’ye giren Afgan göçmenlerle birlikte yeniden harlanan mülteci meselesi ve Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi ile yeni bir açılım beklentisi.
MetroPOLL’ün sahibi Özer Sencar, araştırma sonuçlarını değerlendirirken Erdoğan’ın Diyarbakır gezisine dikkat çekiyor:
“Erdoğan CB’lığı seçimini güvenceye almak için Kürt seçmeninin desteğini alması gerektiğini biliyor. Aynı anda hem Kürt seçmeni hemde milliyetçi seçmeni birlikte hedefliyor. Diyarbakır gezisinin bu hesapla yapıldığı açık. Gezi HDP ve Kürt seçmen üzerinde etkili olmuş görünüyor.”
Sencar’ın bu yorumuna sosyal medya aleminden büyük tepkiler geldi. Bir geziyle Kürtlerin kandırılamayacağını söyleyenler, araştırmanın yanlış olduğunu iddia edenler oldu.
Anket sonuçları Sencar’ı da şaşırtmış ama kontrol edip sonuçların doğru olduğu görünce yayınlamaya karar vermiş.
Sencar, “Muhalefet partileri neyi yanlış yaptıklarına dikkat etsinler” diyor.
Anketteki artış oranları kitlesel bir hareketliliğe işaret etmiyor. Ama zaten önümüzdeki seçimin sonucunu çoktan kararını vermiş büyük bloklar değil, yüzde 5 ile 10 arasında değişen bir kitlenin tercihi belirleyecek.
Bütün anketler, Cumhur İttifakı’nın yüzde 45’in altına demirlediğini ve küçük oranlarda da olsa düzenli olarak kan kaybettiğini söylüyor.
MHP’nin, seçimi kazanmak için gereken farkı kapatması artık mümkün görünmüyor. MHP, İYİ Parti’ye kan kaybediyor.
Ama AK Parti, bu oyların nerelerden eridiğini görüyor ve oralara doğru hamleler yapıyor.
Eriyen AK Parti oylarında; ahlak, adalet duyarlılıkları yüksek, şehirli eğitimli genç dindarlar, demokrasi, hukuk kaygıları yüksek liberaller/muhafazakarlar, ekonomi ve pandeminin vurduğu esnaflar ve artan milliyetçilikten rahatsız dindar Kürtler başı çekiyor.
Erdoğan’ın Diyarbakır gezisinin hedef kitlesi de aslında HDP’liler ve çoktan kararını vermişler değil, bölgede ve büyükşehirlerde HDP, DEVA, Gelecek ve hatta CHP’ye doğru kayan dindar Kürt oyları konsolide etmek, en azından erimeyi durdurmaktı.
Dindar Kürtler için Erdoğan hala Türkiye tarihinin Kürtler için en ileri hamlesi olan çözüm sürecini yapmaya cesaret etmiş lider.
Erdoğan, Diyarbakır gezisiyle Kürtlerin kafasındaki “Bu işi çözerse yine Erdoğan çözer” fikrini canlı tutmaya çalıştı.
Bu cümleyi bölgedeki bazı baro ve ticaret odası başkanlarından hatta bölgedeki İHD şube başkanlarından bizzat duymuş biri olarak Erdoğan’ın çözüm sürecine yıllar sonra yeniden sahip çıkarak hangi közü harladığını gayet iyi anlıyorum.
Verilen mesajlar bunun çok uzağında olsa da, şartlar yeni bir çözüm sürecinde imkan vermese de en azından akıllar bir miktar karıştırılmış görünüyor. Seçimlere kadar bu kafa karışıklığını artıracak başka hamleler de gelecektir.
Erdoğan, yıllar sonra çözüm sürecini överek ve sahip çıkarak MHP’yle arasındaki farkı Kürtlere hatırlatmış oldu.
Evet, iktidarın, somut bir şey söylenmeyen bir geziyle, yılların birikmiş öfkesini, kırgınlıklarını gidermesi mümkün değil.
Ama bu küçük adım bile muhalefetin bu meseledeki çekingenliği karşısında fark yaratmış olabilir.
Çünkü bunca kayyum ataması ve HDP’lilerin tutuklanma furyasına, MHP ile ittifaka, artan milliyetçi, kızıl elmacı dile, Kürdistan referandumu için edilmiş açlık tehditlerine, seçim meydanlarında kırılmış “defolup Kürdistan’a gidebilirler” potlarına rağmen, çözüm sürecine sahip çıkan, Kürt diyebilen, Kürtlerin dilinden ve şarkılarından çekinmeyen bir Erdoğan ve AK Parti hala muhalefetten daha ehven-i şer gözüküyor.
Bunun sebebi de Erdoğan ve AK Parti’nin bir açılım yapması değil, muhalefetin Kürtleri hala daha iyi bir alternatif olduğuna ikna etmek için çaba sarf etmemesi, muhalif oyları cepte görmesi.
Halbuki şartların tamamı lehine olan muhalefet bir kaç jestle bu farkı kapatabilirdi.
Ama muhalefet partileri ekonomik sorunların, işsizliğin, kötü yönetimin ve Erdoğan karşıtlığının herkesi ikna için yeterli olacağını düşünüyor ve ekstra bir açılım ya da muhasebe yapma ihtiyacı hissetmiyor.
İki hafta önce Meral Akşener ile birlikte 340 kilometre yol yaptığımız Van Gölü’nün etrafındaki Türkiye’nin belki en yoksul ilçelerinde de insanlar sadece ekonomiden, işsizlikten, pandemi yasakları sırasında yalnız bırakılmaktan şikayetçiydiler.
AK Parti’nin bölgedeki kalelerinden Bitlis’in meydanında bir taşın üzerine çıkarak konuşan Akşener’i dinlemek için toplanan kalabalık, insanlarla kurduğu samimi iletişimle fark yaratan Akşener’in ucu hem Beştepe’ye hem de her şehrin “Yerel Reis” statüsündeki AK Parti kadrolarına uzanan yolsuzluk, adam kayırma, torpil, kibir eleştirilerini onay veren bir sessizlik içinde dinledi.
Çıkıp “Yalan söylüyorsun, FETÖ’cüsün” diyen olmadı.
Van’ın kayyum belediye başkanlarının yönettiği HDP’li ilçeleri Erciş, Muradiye’de de sokağa çıkıp sırayla esnaf gezen Akşener ve İyi Partililere, bundan sadece dört yıl önce MHP’den ayrılmış bir partinin mensuplarıymış gibi de davranılmadı.
Hatta Ercişli ihtiyar amcalar, MHP’li kimliği Akşener’den daha güçlü olan Koray Aydın’ın yanına gidip ona Kürt meselesini anlatmaya çalıştılar, kameraların olmadığı anlarda İYİ Partililer de yanlarına yaklaşıp HDP’yi dışlamamaları için onları ikna etmeye çalışanlara İstanbul seçimlerini hatırlattı.
Ama ekonomik sorunlar, kötü yönetim, torpil, eşitsizlikler, 19 yıllık bir iktidarın yorgunluğu, Erdoğan’ın Kürt meselesinde MHP çizgisine doğru kayması; insanların kime oy vermeyeceği kararı için belki yeterli olabilir ama kime oy vereceği kararı için bundan fazlası gerek.
Güroymak’ta çay ocağına oturup halkın ekonomiden şikayetlerini dikkatle dinleyen ama yanına İYİ Partili emekli albay Erdal Sarızeybek’i oturtan Akşener’in pozisyonu, hala 2009’da Gürpoymak’a gelip buraya otantik adı olan “Norşin” diye hitap eden Abdullah Gül’den, buna destek veren Erdoğan’dan daha geride.
Kimlik siyasetinden şikayet eden muhalefet bundan kimlikleri yok sayarak çıkılamayacağını anlamaya çok hazır görünmüyor.
Çözüm sürecini “megri megri dediler” diye eleştiren bir muhalefet, o yüzden çözüm sürecine sahip çıkan bir Erdoğan’ın yanında geri kalıyor.
Kürtlere gelecek için garanti veremiyor. O zaman da Sırrı Süreyya Önder’in muhalefet için söylediği “elinde kör bıçakla bekleyen” benzetmesi ortak bir endişeye dönüşüyor.
Benzer bir endişe AK Parti’den kopmaya en yakın şehirli muhafazakar kitlelerde de var.
Damat bakan, ekonomideki kötü yönetim, İstanbul seçimlerinin iptali gibi demokrasi dışı temayül, adaletsizlikler, yolsuzluklar, ehliyetsiz ve dar kadrolaşma gibi ilkesel nedenlerle AK Parti’den duygusal olarak uzaklaşan şehirli muhafazakar, çoğunlukla genç ve liberal eğilimleri yüksek bir kitle var.
Oransal olarak küçük olsa da kamuoyu oluşturma gücü olarak muhafazakarlar üzerinde o oranın çok üstünde bir ahlaki ve entelektüel önderlik rolü oynayan bir kitleden bahsediyoruz.
Erdoğan bunun farkında.
AK Parti’den ilkesel nedenlerle uzaklaşmış İslamcıları yeniden kazanmak için Saadet Partisi’ni ittifaka dahil etmek için ısrar ediyor, içine pek sinmeden yaptığı anlaşılan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararıyla hatta seçimler öncesinde yapsa daha etkili olabilecek Ayasofya’yı erkenden açarak ilkesel ve ahlaki nedenlerle iktidardan soğumuş bu kitleye AK Parti’nin her şeye rağmen dindarların güvencesi olduğunu hatırlatıyor.
Bu adımların bir miktar Saadet Partisi tabanında işe yaradığı söylenebilir. Ama bu adımlar Gelecek ve DEVA Partilerine şu anda kitlesel olmasa da, başa baş bir seçimde çok kritik olabilecek yüzde 3 ile 5 arası bir oyun kaymasını engellemiyor.
Muhalefet burada da ekonomideki kötü gidişatın her şeyin üzerini kapatacağını düşünüyor, bu kitleyi ya iyi tanımıyor ya da küçümsüyor.
Temmuz ayında başlayan mülteci tartışması, iktidar bloğundan kopmaya en yakın olan bu kitlede muhalefete karşı güvensizliği artırmış gözüküyor
En iyimser ankette bile Türkiye’de göçmen karşıtlığı yüzde 70’in üzerinde görünüyor. Anket sonuçlarına bakan muhalefet de göçmen karşıtlığının gazına basıyor. Bunun büyük kitleler üzerinde etkili olacağını düşünüyorlar.
Muhalefetin bunu yaparken kullandığı dil kolayca milliyetçi, Türkçü, Arap karşıtı, Müslümanları tehlikeli gören kötü hatıraları olan tanıdık bir dile evriliyor.
Çözüm odaklı, insani ve rasyonel değil, tepkisel ve ırkçı görünüyor.
Halbuki şu an için anketlere göre göçmen karşıtlığı güçlü bir şikayet ama bir insanın bir partiye oy vermesine ya da vermemesine yetecek bir etkiye sahip değil.
Sınırları açıp, göçmenleri sınırlara yığmış Erdoğan’ın da bu sorunu daha radikal çözme ihtimali var, bu da AK Partili olup, göçmenlere karşı olanların oy davranışını değiştirmemesine neden oluyor.
Ama muhalefetin bu sert göçmen karşıtlığı; İslami, insani duyarlılıkları daha yüksek, göçmenleri savunmayı bir değer olarak gören, göçmen karşıtlığıyla ortaya çıkan milliyetçi, ırkçı dilden rahatsız ve aynı zamanda oy rengini değiştirmeye yakın şehirli muhafazakarların, gençlerin, liberallerin ve dindar Kürtlerin muhalefete olan güvensizliğinin artmasına neden oluyor.
Muhalefetin mültecilere karşı dili, hala eski ideolojik kodlarla hareket ettiği, ırkçı, Arap karşıtı, İslamofobik önyargılarından kurtulamadığı hissi yaratıyor. Muhalefetin merkez siyaset iddiasını örseliyor, onları marjinal ve irrasyonel gösteriyor.
MetroPOLL’un Temmuz anket sonuçları muhalefetin geçen ay gazına bastığı göçmen karşıtlığının zannedildiği gibi bir kırılmaya neden olmadığını gösteriyor.
Ağustos sonuçları bu konuda daha net bir fikir verecektir.
Ama her yerde IŞİD’in, Suriye kökenli PKK militanlarının bombalar patlattığı 2015 çifte seçimleri, 2017 referandumu, 2018 seçimlerinde de muhalefet göçmenler konusunda benzer sert eleştirileri yapıyordu ama mülteci meselesi seçim sonuçları üzerinde etkili olmamıştı.
2019 yerel seçimlerinde mülteci krizini en sert yaşayan illerde bile bu şikayet sonucu değiştirecek bir etki yaratmadı.
İstanbul’da göçmenlerden en çok şikayet edilen Fatih’te belediye seçimlerinde, göçmen karşıtlığının bayraktarlığı yapan İYİ Parti adayı yüzde 4.4’te kaldı.
Milliyetçiliğin gazına basmanın muhalefet için bundan daha büyük bir riski daha var.
İktidarla milliyetçilik yarıştırmak; beka kaygısı, ülkemiz tehdit altında endişesi, olağanüstü hal ve seferberlik duygusunun topluma hakim olmasına da neden oluyor.
Günün sonunda bu, bütün seçim stratejisini bu duygular üzerine kuran Cumhur İttifakı’nın yelkenlerini de şişirebilir.
Konunun aciliyeti, ekonomik sorunları bile karşısında hükümsüz kılabilir.
Halbuki muhalefet, milliyetçilik yarışına girmeden, rasyonel, mutedil görünerek yerel seçimlerde ve İstanbul seçimlerinde başarılı olmuştu.
AK Parti karşısında 20 yıldır milliyetçilik gazına basan muhalefetin aldığı sonuçlar da ortada. İşe yarasaydı herhalde MHP, iktidarın küçük ortağı olmak zorunda kalmazdı.
Yani Özer Sencar’a anket sonuçları için kızılacağına, “Muhalefet partileri neyi yanlış yaptıklarına dikkat etsinler” uyarısını ciddiye almakta fayda var.