Suriye bir kere daha çözümü bozabilir mi?

Ortadoğu’yu devletlere bölenler sadece milletleri değil, aşiretleri de bölmüş oldular.

Bu yüzden Şammar aşiretinin 5 milyondan fazla üyesi bugün Irak, Suriye, Suudi Arabistan ve Ürdün’de yaşıyor.

Ortadoğu’nun en büyük aşiretinin en kalabalık olduğu ülke ise Suriye.

Deyrizor’un kuzeyinden Haseke’ye kadar uzanan bir alanda aşiret etkili.

Bu bölge bugün SDG’nin kontrolündeki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ya da Türkiye’deki meşhur adıyla Rojava Yönetimi.

Aşiret sadece SDG bölgesinde yaşamıyor, silahlı güçleri olan Sanadid Güçleri de SDG’nin bir parçası.

SDG içindeki 10 bin kişilik Sanadid Güçleri Şammar aşiretine bağlı.

Son olarak Hakan Fidan’ın Doha Forum’da verdiği rakama göre SDG’nin 50-60 bin silahlı gücü var.

SDG yani Suriye Demokratik Güçleri, 2015’de ABD tarafından YPG’nin PKK bağlantısı nedeniyle Türkiye’yi ikna etmek için kuruldu. Sadece Kürtlerden oluşmayan Arapların da içinde olduğu bir güç olarak lanse edildi.

Türkiye’de bu propaganda zannedildi önce ama aslında ABD IŞİD’le mücadelede Deyrizzor ve Rakka’daki Arap aşiretlerini de örgütleyip, SDG içinde savaşçı yaptı.

Bu aşiretlerin bir kısmı 2013 sonrası IŞİD’le de hareket etmişlerdi.

Yani önce IŞİD’le hareket edip, sonra SDG’ye katılan Arap aşiretler var.

Rakka Devrimciler Tugayı gibi IŞİD’le, Nusra ile işbirliği yapıp sonra SDG saflarına katılan gruplar var. Hatta geçmişte Nusra’da savaşçı olup, sonra SDG içinde komutan düzeyine kadar çıkanlar var.

Tam bir rakam yok ama uzmanlarının verdiği bilgilere göre SDG güçlerinin yarıdan fazlası Arap aşiretlerinden oluşuyor.

Bunda şaşılacak bir şey yok. Zaten SDG kontrolündeki bölgede Kürtlerin oranı yüzde 20, Arapların oranı yüzde 80.

SDG’nin kontrolündeki Kürt nüfusun yoğun olduğu Cezire eyaleti dışında, Rakka ve Deyrizor Arap şehirleri.

Rojava’da en iyimser tahminle 1 milyon Kürt yaşıyor.

Genel olarak Suriye’de Kürtlerin oranı ise yüzde 7 ile 10 arası.

Bütün bu bilgiler SDG ve Suriye Kürtleri ile ilgili Türkiye’deki güvenlikçi endişeler ve milliyetçi beklentileri dengelemek için önemli.

Tekrar Şammar aşiretine dönersek…

Aşiret, YPG, ABD’nin organizasyonuyla 2015’de SDG’ye dönüşürken en baştan beri içinde yer aldı.

ABD’nin yönlendirmesi ve teşviğiyle kendileri için de tehdit olan IŞİD’e karşı mücadele ettiler.

Şammar aşiretine bağlı Sanadid Güçleri, Haseke’de sınır bölgelerini koruyor. SDG içindeki en büyük Arap güç onlar.

Şammar aşireti, 2023’de Deyrizor’da bazı Arap aşiretlerin SDG’ye karşı isyanına destek vermemişti.

Bu yıl içinde Dürzilerle Arap aşiretleri arasında patlak veren çatışmalar sırasında da Arap aşiretlerin SDG’ye karşı da ayaklanacağı iddiaları ileri sürülünce aşiretin lideri el- Cerba SDG’ye destek açıklaması yapmıştı.

Yani Şammar aşiretinin tavrı SDG, Şam ve 10 Mart Mutabakatı için kritik.

İki hafta önce önemli bir gelişme yaşandı.

Mazlum Abdi’nin Barzanilerin forumu için Duhok’a gittiği günlerde, Şammar Aşireti’nin lideri el-Cerba da Şam’a gidip Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile bir araya geldi.

Çıkan haberlere göre el-Cerba, Şara’ya sadakatini bildirdi.

Ama SDG’ye de sırtını dönmedi. SDG’yi de 10 Mart Anlaşması çerçevesinde Şam ile anlaşmaya ikna etmek için arabuluculuğa başladı.

Döndükten sonra Mazlum Abdi ile de bir görüşme yaptı.

Şara’nın SDG içindeki en büyük Arap aşiretinin desteğini alması SDG’yi zora sokan bir gelişme.

Günün sonunda bu Arap aşiretler PKK kadroları tarafından yönetilen SDG yerine Şam’a bağlı olmayı tercih ederler.

Ama aynı zamanda bu aşiretler güçlü ve sağlam olan tarafta da kalmak isterler.

Esas mesele de bu. Suriye’de son aylarda gücün nerede toplandığıyla ilgili önemli gelişmeler oldu.

ABD Suriye Özel Temsilcisi Barrack; SDG ve Şam anlaşmazlığında rengini tamamen belli etti.

Şara, Beyaz Saray’da ağırlandı. Kongre Sezar Yaptırımları’nın kaldırılması için düğmeye bastı.

Suriye dosyasında SDG’yle silah kardeşliği yapmış ve Barrack’ı dengelediği söylenen CENTCOM’un komutanları da Şara ile basketbol oynama görüntüleri vererek Barrack ile aynı çizgiye geldiler.

Bütün bunlar aşiretler için de bir sinyal olmuş olmalı.

Zaten Deyrizor ve Rakka’daki Arap aşiretler Şam’la bütünleşmeye daha yakındı ama Şammar aşireti de bu cepheye eklenince SDG üzerindeki 10 Mart Mutabakatı baskısı artmış oldu.

Çünkü SDG’nin Suriye’nin üçte birini elinde tutmasının meşru zemini bu topraklarda yaşayan Arap aşiretleri kapsamasıydı.

Onları çıkarınca Kürtlerin yönettiği bir örgütün Suriye’de çoğunluğu Arap olan bir bölgeyi elinde tutmasının meşru bir zemini de ortadan kalkıyor.

Bu bölge sadece Arapların yaşadığı bir yer değil. Özellikle Deyrizor, Suriye’nin petrol kaynaklarının büyük kısmına ev sahipliği yapıyor.

Tişrin Barajı Suriye’nin su kaynaklarından biri.

SDG’nin en azından Deyrizor’u Şam yönetimine teslim etmesi gündeme gelmişti ama 10 Mart’tan bu yana Halep’teki geri çekilme ve Tişrin Barajı’nda varılan anlaşma dışında başka bir adım atılmadı.

Gecikmenin aleyhinde olduğu taraf SDG.

SDG’nin de ayak sürterek anlaşma için daha iyi bir zamanın geleceğine yatırım yaptığı anlaşılıyor.

Esas hesap hataları; Şara’nın ABD’den bu kadar destek alabileceğine ve ömrünün bu kadar uzun olacağına ihtimal vermemek oldu.

Halbuki en baştan ABD’nin SDG’yi bir siyasi müttefik değil bir askeri müttefik olarak gördüğü açıktı.

Ayrıca Trump’ın Biden’den farklı olarak Suriye meselesini Türkiye ile birlikte düşündüğü, Şara’nın istikrarlı ve Rusya ve İran yerine Türkiye, Körfez ve Batı ittifakı yanlısı bir Suriye kurmasından memnun olduğu da açıktı.

Bu denklemde artık dümdüz bir arazideki SDG’nin 8 Aralık 2024 öncesi ABD desteğini yavaş yavaş kaybedeceği de belliydi.

Ama SDG, maksimalist davranarak, milliyetçi bir gözü karalıkla elini her geçen gün zayıflattı.

Türkiye’de biraz abartılsa da İsrail’in Dürzilere verdiği desteğin ve Şam üzerine kurduğu askeri vesayetin Kürtler için de bir güvence olabileceğini de düşündüler. İsrail, böyle sinyaller ve haberler gönderdi.

Halbuki İsrail’in de Suriye’de ABD’ye rağmen bir pozisyon alması mümkün değildi.

Dürzilere verdiği askeri desteği SDG’ye verdiği anda bu Türkiye ile savaşı göze almak demekti

Zaten başı belada olan İsrail’in Türkiye ile SDG ve Kürtler için karşı karşıya gelmeyi göze alacağına inanmak için fazla milliyetçi hayallere kapılmış olmak gerekiyordu.

Mazlum Abdi, Jeruselam Post’a röportaj verip Trump’ı SDG’ye desteğe çağırması ise artık arkasında ABD desteği olmadığını ve İsrail üzerinden bu desteği almaya çalıştığının ispatı oldu.

Her iki bakımdan yanlış bir mesajdı bu.

YPG’deki bazı PKK kadrolarının Esad’ın Moskova’daki eski askeri istihbarat şefi ve akrabalarının Suriye’de başlatmayı düşündüğü ayaklanmaya, İran ve Rusya’nın bu ayaklanmaya destek verebileceğine bile yatırım yapmış olabilecekleri görülüyor.

En son yanlış mesaj ise SDG’nin kendi bölgesinde güvenlik gerekçesiyle Esad’ın devrilmesinin yıldönümü için kutlamaları yasaklaması oldu. Bu ülkenin geri kalanından duygu olarak kopmak anlamına geldi.

İşte bu şartlarda 10 Mart Mutabakatı’nda adım atmak için verilen yıl sonuna kadarki mühlet de azalırken SDG üzerinde anlaşmaya uyması için askeri baskı başladı.

En son Esad’ın devrilmesi kutlamalarında Şam’da bir askeri birliğin “Sabret Cezire, geliyoruz” sloganlarıyla yürümesi, başka bir kutlamada Savunma Bakanlığı Sözcüsü’nün açıkça “SDG’ye sesleniyorum ya siyasetle birleşirsiniz ya da kılıçla” demesi, Suriye ordu birliklerinin ve Şahin adlı İHA’ların Deyrizor’a doğru konuşlandırılması ABD’den ve Arap aşiretlerinden gelen sinyallerle artan askeri özgüvenin bir sonucu.

Bu hamlelerin ve öfkeli açıklamaların gösterdiği bir gerçek daha var. İddia edilenin aksine SDG konusunda Şam, Ankara’dan daha ılımlı değil.

Aksine, Şam’ı kontrol eden HTŞ ve diğer muhalif gruplar için YPG/SDG; “13 yıllık savaşta onları satmış, Esad’la işbirliği yapmış” bir grup.

ABD’nin desteğiyle ülkenin üçte birini, petrol gelirlerini ve barajlarını işgal altında tutuyorlar, ülkenin gerisi yoksul ve karanlıkta iken bu da öfkeyi artırıyor. SDG ve Kürtler; ülkenin yüzde 70’ini oluşturan Arapların milliyetçi öfkesini çekiyor.

Benzer sırada Türkiye’den, Türkiye’nin kontrolündeki Suriye şehirlerine giden askeri konvoyların görüntüsünün sanki askeri operasyon hazırlığıymış gibi dolaşıma sokulması da bilerek verilen bir mesaj oldu.

Genelkurmay, bunun rutin bir takviye ve görev değişimi olduğunu açıklasa da, hemen öncesinde Genelkurmay Başkanı Selçuk Bayraktaroğlu’nun Şam ziyareti, orada Türkmen komutanların SDG’ye karşı verdiği mesajlar, Hakan Fidan’ın Doha’da SDG’nin hiçbir adım atmamasından şikayet etmesi ve SDG’ye verilen sürenin yıl sonunda bittiğini hatırlatması SDG’ye dönük bir askeri diplomasinin devrede olduğunu gösteriyor.

Ama byu sadece SDG için değil, Türkiye için de riskli bir ay.

SDG meselesine iki tarafta da milliyetçi öfke ve maksimalist gözlüklerle bakanlar var.

Bu gözlüklerle bakınca da SDG ve Rojava meselesinde yeterince anlaşılmayan bir hassasiyet var.

Suriyeli Kürtlerin durumu sadece PKK’nın kazanımlarıyla ilgili bir mesele değil.

2014 yılında Kobani’ye IŞİD’in girmesi ve Türkiye’nin sınırının hemen karşısındaki bu işgale karşı kendi vatandaşı Kürtlerin lehine müdahale etmemesi anı Türkiye’de Kürt milliyetçiliğinin bir tetiklenme anı oldu.

Yani bir nevi Rojava meselesi Türkiye’deki Kürtlerin Kıbrıs Davası’na dönüştü.

Sadece DEM Partili Kürtlerin de değil. AK Partili, CHP’li hatta apolitik Kürtler için de Suriyeli Kürtler hassas bir mesele.

O yüzden çözüm süreci başladığından beri konu hızlıca Türkiye’deki Kürtlerin meselelerinden Suriyeli Kürtlerin kazanımlarına geliyor.

Bu da bu meseleyi çözüm sürecinin aşil topuğu yapıyor.

PKK bitmişti zaten, çözüm sürecine ne gerek vardı, Kürt sorunu da yok zaten esas mesele Suriye diye düşünenler süreci buradan zorlamakta şahin davranıyor.

Suriyeli Kürtlerle ilgili Türkiye’deki Kürtlerdeki hassasiyeti ve bunun yaratacağı tahribatı küçümsüyorlar.

Ama esas olarak iktidarın süreçte aldığı siyasi riski de küçümsüyorlar.

Yani süreci bir kez daha Suriye için bitirmenin siyasi bedeli, 2015’den daha ağır olacaktır.

Devlet içinde Suriye konusunda daha şahin bir görüş olduğu anlaşılıyor. Ama çözüm sürecini korumak konusunda da daha hassas bir bakış var

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, medyada yükseltilen “ya anlaşma ya askeri operasyon” tehditleri yerine pedagojik ve ılımlı bir dille SDG’ye seslendi:

“Bilhassa 10 Mart mutabakatının altında imzası olanlar tarafından ahde vefa ilkesi gereğince hayata geçirilmesi önemli bir düğümü çözecektir. Mutabakatın suhuletle uygulanması; istikrarsız, bölünmüş ve güçsüz Suriye'ye yatırım yapan şer odaklarının hesaplarını altüst edecektir. Böylece Suriye, toprak bütünlüğünü haiz, müreffeh, muzaffer ve bölgesinin muteber bir ülkesi olarak istikbale yürüyecektir.”

Çünkü Cumhurbaşkanı sürecin artık geri dönülmez bir noktada olduğunu düşünüyor.

Ayrıca Türkiye için de durum 2015’deki gibi değil.

Türkiye’nin eli çok güçlü. Şam’da Türkiye’ye karşı bir iktidar yok, ABD SDG’yi Türkiye’ye rağmen desteklemiyor, İran bölgeden çekildi.

Her ne kadar Doha’da konuşan Hakan Fidan Öcalan’ın Suriye üzerindeki rolü ve bir rol oynayıp oynamak istememesiyle ilgili şüphelerini geçmiş tecrübesine dayanarak söylese de Öcalan da 2015’deki pozisyonunda değil, PKK’ya kendini fesh ettirmiş, devlet tarafından açıkça muhatap alınmış, dışarıyla iletişimine izin verilen bir Öcalan var.

Geçmişin kötü tecrübeleri ile bugüne bakmak bu açıdan da yanlış.


Esas bir karar vermesi gereken SDG.

SDG şartların kendi lehine değişebileceğini düşündü ve Şara’nın kalıcı olduğuna, Türkiye’nin artan etkisine ve çözüm sürecinin devam edeceğine yatırım yapmadı.

Middle East Council’in son Arap Barometresi araştırmasına göre Suriyelilerin yüzde 81’i Şara’ya güveniyor.

Elektrikleri, doğalgazı çalıştırıp, para buldukça bu destek artıyor.

Şara’nın meşruiyeti, siyasi ve ekonomik gücü arttıkça ve ABD’nin tercihinin istikrarlı bir Şam ve Şara olduğu belli oldukça da SDG’nin eli zayıflıyor. Arap aşiretler taraf değiştirmeye başlıyor.

SDG’nin 10 Mart 2025’de masadaki gücü, bugün yok ve her geçen gün azalıyor.

Türkiye’deki Kürt milliyetçi hassasiyetleri Suriyeli Kürtlerin en maksimal kazanım elde etmesi için bastırıyor ama şartlar artık SDG’nin maksimalist taleplerini desteklemiyor.

SDG, elindeki askeri güç ve kontrol ettiği toprakla uyumsuz olarak Suriye’de beşeri olarak bir azınlığı temsil ediyor.

Askeri gücü, toprağı ve ABD desteği elindeki pazarlık kozları.

İkinci büyük şansı da yeni kurulan ve zayıf bir Şam’a kurucu olarak davet edilmesi.

Ama ABD desteği gittikçe zayıflıyor, askeri güç ve toprağı sağlayan Arap aşiretlerin desteği elden kayıyor. Ve Şam da güçleniyor.

SDG de anlaşmaya yanaşmayan tarafa dönüşüyor.

Halbuki Suriyeli Kürtler için SDG’nin ABD ve hatta Türkiye’nin garantörlüğünde Şam’la anlaşması ve Şam’da bir güç elde etmesi Haseke ve Kamışlı’yı yönetmesinden daha büyük bir kazanım olur.

Kürtlerin çıkarlarını savunanlar toprak yerine, siyasi güce odaklanmalı.

Fakat Şam’ın da 10 Mart Mutabakatı’nı zorlamak dışındaki alternatifleri riskli.

Aleviler ve Dürzilere yönelik saldırılardan sonra Kürtlere yönelik bir saldırı Şam’ın Batı’daki meşruiyetine büyük zarar verir.

ABD Kongresi yakınlarda Sezar yaptırımlarını kaldıracak.

Kongre’nin bu yaptırımları şartsız kaldıracağı anlaşılıyor. Ama Başkan 90 günde bir Kongre’ye Suriye raporu sunacak ve raporlanacak üç maddeden biri SDG ile entegrasyon.

Bu bir şart ya da yaptırımı geri getirecek düzenleme değil ama bu konudaki hassasiyetini Kongre bu şekilde ifade etmiş oldu.

Böylece ilginç bir şekilde takvimler çakıştı.

10 Mart için yıl sonuna kadar süre var ve SDG adım atmazsa bir askeri operasyon olabileceği söyleniyor. Özellikle Deyrizor’da bir kontrollü çatışmayla şehir Şam yönetimine bağlanabilir.

Ama bu takvim ABD’de de Kongre’nin Sezar Yaptırımları’nı kaldırmak için öngördüğü takvimle çakışıyor.

SDG’ye dönük bir askeri operasyonla Kongre aynı zamanlara denk gelirse? Ya da biri diğerinden önce veya sonra olursa?

Ve ortaya yeni savaş görüntüleri çıkarsa? Şam yönetiminin elindeki askeri güç hala kontrollü bir güç değil. Türkiye de devreye girerse ve aradaki güç eşitsizliğiyle ortaya kötü sonuçlar çıkarsa? Kongre yaptırımları kaldırır mı yine de?

Böyle bir çatışma Türkiye’deki sürecin sonunu getirmez mi?

O yüzden her iki tarafın da dikkatli olması gereken bir dönemdeyiz.

Türkiye’de Suriye konusundaki şahinlerin de PKK ve Kürt çevrelerinde Rojava hassasiyeti yüksek olanların da çözüm sürecini çok önemsemediği anlaşılıyor.

Ama anlaşılan siyasi kaderlerini bu sürece bağlamış görünen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli önemsiyor.

O yüzden daha ılımlı mesajlar veriyorlar.

Bakalım bu denklemden herkesin kazanacağı mı yoksa herkesin kaybedeceği mi bir sonuç çıkacak.

YORUMLAR (4)
4 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.